Sayfalar

30 Kasım 2014 Pazar

Algının Kapıları (Aldous Huxley)

"Uygun mu?" diye sordu biri. "Ne uygun ne de değil," diye karşılık verdim. "Yalnızca olduğu gibi."

‘Cesur Yeni Dünya’ kitabından tanıyor olabileceğiniz Aldous Huxley, ruhsal konulara da ilgi duymuş, Upanişadlarla haşır neşir olmuş ve meditasyon gibi çeşitli uygulamalar da yapmış. Tüm geleneklerin mistik temsilcilerinde ortak bir felsefenin izini süren Kadim Felsefe kitabını da 1945 yılında kaleme alan Huxley, 1950’lerde şaman pratiklerinde kullanılan bir kaktüsün etken maddesi üzerine yürütülen psikiyatrik araştırmalardan haberdar olunca, denek olmak istemiş. ‘Zihninin bilincini kısıtladığına inanan ve gerçeği arayan biri olarak bu deneyle daha yüksek bir farkındalık düzeyine erişip ruhsal aydınlanmaya yakınlaşmak umuduyla’ yapmış bunu.

Sonuçta deney Huxley’nin evinde gerçekleşmiş. Deney sırasında araştırmacı, sorular sorarak Huxley’i yönlendirmiş. Müzik dinlenmiş, bahçede gezintiye çıkılmış, yemek yenmiş… İşte Algının Kapıları, Huxley’nin yaklaşık 8 saat süren bu deneyde yaşadıklarını, hissettiklerini ve düşündüklerini çok güzel bir şekilde aktardığı küçük bir kitap. Huxley olağandışı bilinç hali deneyimini klasik tablolara, ressamlara, mistiklere, filozoflara, kendisine dinletilen müzik eserlerine, bestecilere… vs atıfta bulunarak zengin bir şekilde aktarıyor.

Huxley daha sonraları birkaç defa daha deneye katılmış ancak bilimsel toplantılar haricinde bununla ilgili konuşmamış. Yalnızca ilk deneyi birlikte yaptıkları ekibin başına yazdığı bir mektupta,  sonraki deneylerden çıkardığı sonucu aktarır: “Sevginin birincil ve temel evrensel gerçek olduğuna dair içten gelen, dolaysız ve bütünsel bir farkındalığı deneyimledim. Ben bu gerçektim; ya da şöyle demek daha doğru olur belki, bu gerçek varlığımı kaplamıştı. İlk deneyde dikkatimi tümüyle kendine çeken şeylerin aslında ayartıcı şeyler olduğunu seziyordum – merkezdeki gerçekliği bırakıp, güzelliğin ve sığ bilginin yanlış ya da en azından eksik ve kısmi Nirvanalarına kaçmak için ayartıcı şeyler”.

Huxley’nin kitapta aktardığı kuramlardan birine göre, her birimiz ‘Özgür Zihin’i içimizde taşıyoruz. Fakat hayvansal niteliklerimiz nedeniyle her durumda yaşantımızı sürdürmek zorundayız. Bunun için de Özgür Zihnin kapsamının beyin ve sinir sisteminin kısıtlayıcı kapısından süzülmesi –indirgenmesi- gerekiyor. Bu kapıdan geçip bize ulaşabilenler, bilincin ancak gezegenimiz üzerinde yaşabilmemiz için gereken değersiz bir sızıntısından ibarettir. Çoğunluk, bu indirgenmiş bilincin tek bilinç düzeyi olduğuna inanmış durumda olsa da bazı kişiler kısıtlayıcı kapıyı aralayacak niteliklere doğuştan sahip olabilirler. Benzer nitelikler başkalarında da -geçici olarak- ya kendiliklerinden ya da kişinin kendi isteğiyle uyguladığı spiritüel eğitim, hipnoz ve türlü maddeler yoluyla kazanılır. Diğer yandan sürekli ya da geçici bu nitelikler Özgür Zihin’in kapsamını dışarıda bırakan kısıtlayıcı kapıyı aralasalar da tamamen ortadan kaldıramazlar. Yine de kısıtlanmış kişisel zihinlerimizin gerçeklik olarak benimsediği biyolojik yaşamımızca yararlı unsurları bir ölçüde aşmamıza yardımcı olurlar. Özgür Zihnin kapsamına bir ölçüde ulaşabildiğimiz bu anlar olağanüstü deneyimler yaşatacaktır.

Stanislav Grof’un ‘İmkânsız Gerçekleştiğinde’ kitaplarında 1950’lerdeki bu sanrılandırıcı tedavi dönemini ve deneylerini okuyabilirsiniz. Grof’un diğer geleneklerden derleyerek geliştirdiği Holotropik Nefes Çalışması, benzer deneyimlerin sadece nefesle yaşanabilmesini sağlar. Bunların yanında hipnoz, meditasyon, EMDR gibi yollar da mevcuttur. Deneyimlerimden hareketle, tüm bu yollara da ihtiyaç duyulmayabileceğini, bazen sadece izin vermenin yeterli olabileceğini belirtmek isterim. Araç değil, amaç önemlidir. Özgür Zihnin kapsamına bir ölçüde ulaşabildiğimiz anlar olağanüstü deneyimlerle dolu olabilir, fakat amaç bu da değildir. Huxley’e bir daha kulak verirsek: “İlk deneyde dikkatimi tümüyle kendine çeken şeylerin aslında ayartıcı şeyler olduğunu seziyordum – merkezdeki gerçekliği bırakıp, güzelliğin ve sığ bilginin yanlış ya da en azından eksik ve kısmi Nirvanalarına kaçmak için ayartıcı şeyler”.


Kitap, adını William Blake’in ‘Cennet ve Cehennemin Evliliği’ eserindeki “algı kapıları temizlenseydi her şey insana olduğu gibi görünürdü, sonsuz.” sözünden alıyor. Ve belki ‘temizlenecek’ bir şey de yok!

23 Kasım 2014 Pazar

Biraz Kuantum'dan Zarar Gelmez (Marcus Chown)

Bedenimiz sistemlerden, sistemlerimiz doku ve organlardan, doku ve organlarımız hücrelerden, hücrelerimiz moleküllerden, moleküllerimiz atomlardan, atomlar ise özünde enerji olan atom altı parçacıklardan oluşuyor. İşte bu parçacıklar dünyasının işleyişi -en hafif tabiriyle- tuhaf.

‘Kara cisim ışınımı’ üzerinde çalışan fizikçiler, klasik teorinin açıklayamadığı durumlarla karşılaştı ve böylece klasik fiziğin neredeyse her şeyi çözdüğü düşünülen bir dönemde, varsayımları temelden sarsan bir gelişme yaşanmış oldu. Bu konu üzerinde çalışırken maddenin ışığı sadece kuanta adı verilen enerji paketleri halinde soğurduğunu öne süren Max Planck’la başlayan tartışmalar, kuantum teorisinin doğumu anlamına geliyordu.  Yaşanan baş döndürücü hızdaki gelişmeler fizikte çığır açarken dünyaya bakış açımızı da değiştirdi. Kuantum fiziği, kişisel gelişim ‘endüstrisi’ tarafından çok istismar edildi. Moda kavram haline getirilip bazı kitaplarda anlatılanlara kanıt olması amacıyla oldukça da zorlandı. Anlaşılması güç tuhaflıklarla dolu bu dünyaya ait yorumların ve ilkelerin popüler kültüre aktarımında bazı yanlışlar yapılması büyük bir olasılıktı ve öyle de oldu. Dolayısıyla işin doğrusunu popüler fizik kitaplarından öğrenmeye çalışmakta fayda var. Bundan beklentimiz ise olasılıkların hüküm sürdüğü kuantum dünyasındaki garipliklerin, beş duyuyla deneyimlediğimiz ölçekte yaşayıp giderken iyiden iyiye kanıksadığımız, neden-sonuç ilişkilerine bağlı Newtoncu bakış açımızı biraz olsun esnetebilmemize olanak tanıması.

Konuya, kuantum fiziğinin garipliklerine Niels Bohr’un getirdiği açıklamaların bir toplamı olduğunu söyleyebileceğimiz, Kopenhag yorumuyla başlayalım. Makro ve mikro evrenlerin birbirinden ayrı fiziksel ilkelere bağlı olacağının kabul edildiği bu yoruma göre ölçülene (dolayısıyla gözlemlenene) dek bir parçacığın konumu, momentumu… vb. özellikleri bilinemez. Gözlemlenene kadar tüm bu özelliklere ilişkin her olasılık (her potansiyel) aynı anda var olur ve gözlemleme edimiyle tek bir gerçeğe dönüşür. Gözlemlenene dek gerçeğin sadece bir olasılıktan ibaret olması durumuna ilişkin olarak matematikçi ve fizikçi John Von Neumann, şu yorumu yapmıştır: ‘Tüm fiziksel evren, tek bir evrensel dalga fonksiyonunun sonucudur ve bu dalga fonksiyonundaki çökmeye de gözlemcinin bilinci sebep olur’. Neumann’ın yorumuna göre bir şeyin bilincinde olduğumuzda sonsuz olasılıkların tek bir gerçekliğe çöküşüne sebep oluruz. Macar asıllı fizikçi, kuantum teorisi uzmanı ve Nobel ödülü sahibi Eugene Wigner de ‘herşeyin gözlemcinin bilincinde bittiği’ şeklinde bir açıklama yaparak bu yorumu kabul eder. Söz konusu yorumlar fizikçiler arasında pek tutulmasa da yine de bizi hangi olasılıkları çökertip hangi tek durumu gerçek kıldığımız üzerinde düşünmeye itiyor.

Niels Bohr'un kendi tasarladığı kraliyet ödülü arması.
Einstein, Podolsky ve Rosen, Kopenhag yorumuna karşı çıkar, kısaca EPR paradoksu olarak adlandırılan durumu öne sürerek bir düşünce deneyi geliştirir. Amaçları kuantum fiziğindeki eksikliği gözler önüne sermektir: Kuantum fiziğinde klasik fiziğin yerellik ilkesinin ihlal edildiğini düşünmektedirler. Yerellik ilkesi, bir yerde meydana gelen fiziksel işlemlerin başka bir yerdeki gerçeklik unsurları üzerinde bir etkisinin olmaması gerektiğini belirtir. EPR paradoksu ise sonradan dolanıklık olarak adlandırılacak durumu anlatır. Dolanıklığı, parçacıkların özelliklerinden biri olan spin (kendi ekseni etrafında dönme, fırıl) ile örnekleyebiliriz. Birbirlerine dolanık olan iki parçacığın fırıl’ı birbiriyle ters bağlantılıdır, örneğin birisinin fırıl’ı yukarı doğru iken diğerininki aşağı doğru olur. (Ancak ölçülene kadar hangisinin ne yönde olduğu bilinemez, tüm olasılıklar aynı anda var olur) Şimdi bu parçacıklar birbirinden -doğal olarak- ışık hızıyla uzaklaşsın. Öyle ki aralarında muazzam bir uzaklık olsun. Parçalardan birisinin fırıl’ı ölçüldüğünde, Kopenhag yorumuna göre bu parçacığın fırıl’ına ilişkin olasılıklar çöker ve aşağı veya yukarı durumlarından birisi gerçek olur. Yerellik ilkesinin ihlali ise, dolanıklık prensibinden ötürü, bir parçacığı gözlemlemenin sadece onunkileri değil, muazzam uzaklıktaki diğer parçacığın fırıl’ına ilişkin olasılıkları da aynı anda çökertecek olmasından kaynaklanmaktadır.

Kopenhag yorumuna katılmayan Schrödinger de EPR paradoksunun daha belirgin hale getirildiği bir başka düşünce deneyi öne sürer. Meşhur deneyde kutu açılıp da içine bakılana kadar içindeki kedi ne tamamen canlı ne de tamamen ölü, iki halin karışımı bir durumdadır. Kutunun kapağı açılacağı ana kadar da kedinin durumu kesinlik kazanmaz. Kutu açılınca gözlemleme edimimiz üst üste binmiş kuantum hallerini tek bir duruma çökerterek zavallı kediyi kesin olarak ölü ya da kesin olarak diri yapar. Beş duyuyla deneyimlediğimiz dünya ölçeğinde gerçek olamayacak bu durumla Schrödinger, Kopenhag yorumunun bu ölçekteki mantık dışı sonuçlarını sergilemek istemiştir. (Ne var ki bu hayali deney tam tersine, kuantum hallerinin birbirinin üzerine binmişliğini anlatmak için kullanılan en meşhur örnek olup çıkacaktır.)

Kuantum hallerin üst üste binmesi (süperpozisyonu) durumuna ilişkin, Everett’in getirdiği çoklu evrenler yorumunu bulup okuma zevkini de size bırakıp, sadede geleyim. Yalnızca parçacık ölçeğinde geçerli dolanıklık durumu, 1980’lerden bu yana gerçekleştirilen deneylerle ispatlanmış durumda: Evet, dolanık iki parçacıktan birini gözlemlediğinizde muazzam uzaklıktaki diğeri hakkında da kesin bilgiye sahip olursunuz. O halde parçacıkların dünyasında klasik fiziğin yerellik ilkesi geçerli değildir. Yani, Einstein’in alaycı yakıştırmasıyla “hayaletimsi etki” bir gerçek.

Beş duyuyla deneyimlediğimiz dünyada işlerin böylesine farklı ilkelere bağlı yürümesi, bana psikiyatr Stanislav Grof’un, insan bilincinin iki farklı moduna ilişkin açıklamalarını da hatırlatıyor. Grof’a göre maddi yönelimli bilinç modunda, belirgin Newton’cu özelliklere sahip birbirlerinden ayrık ve farklı nesnelerin dünyasında kendimizi katı maddi varlıklar olarak deneyimleriz; uzay üç boyutlu, zaman doğrusaldır ve her şey neden-sonuç zincirleri tarafından yönlendirilir. Bilincin bütüne yönelimli (holotropik) modundaki deneyimler ise Newtoncu dünyanın sınırlamaları ve kısıtlamalarını aşar. Doğrusal zaman ve üç boyutlu uzam neticede bir tercihtir, geçmişe ve geleceğe deneyimsel olarak erişilebilir, kendimizi aynı anda birden fazla yerde deneyimleyebiliriz, parça olmak bütün olmayı engellemez, bir şey hem var hem yok olabilir… vs.


‘Biraz Kuantum’dan Zarar Gelmez’, kuantum fiziğini anlamak için güzel bir kitap. Elbette en iyisi ya da sizin için en uygunu olduğunu iddia edemeyeceğim. Dolayısıyla bir tarama yapmanız faydalı olabilir. Örneğin NTV yayınlarından çıkan çizgi-roman şeklindeki cep kitabı da hoş bir kaynaktı. Bazılarınca yaşayan büyük sufilerden olduğu değerlendirmesi yapılan kuantum fizikçisi Dr. Alan Wolf’un ‘Kuantum Bilmecesi’ kitabı da, 1981’de yazılmış olmasına rağmen güzel bir seçenek olabilir. Kendisinin ‘Evrenin Ruhu’ kitabı da ilginizi çekebilir. Wolf bu kitabında kuantum fiziğinden bahsettiği gibi, ‘ruhun fiziği’ni de yapmaya çalışıyor.

12 Kasım 2014 Çarşamba

Tanrı'nın Enkazı (Scott Adams)

Dilbert ile tanıdığımız Scott Adams’tan beklenmedik,  küçük ve zevkli bir kitap.

Dünya çapında Dilbert bant-karikatürleriyle tanınan Scott Adams’ın bu kitabını görmek benim için sürpriz oldu. Adams bunun bir ‘düşünce deneyi’ olduğunu söylüyor. Ana karakterin bazı açıklamalarının bilimsel doğrular, bazılarının ise kulağa doğru gelmesi için tasarlanmış palavralar olduğunu söyledikten sonra okuyucuyu kitabı arkadaşlarıyla da paylaşıp tartışmaya çağırıyor.


Kitapta kargo dağıtıcısı kahramanımız, alıcısı ‘Avatar’ olan bir paketi teslim etmek için geldiği evde kendisini bekleyen bir ihtiyarla karşılaşır. Paketi teslim edip bir an önce ayrılmak niyetindeyken ihtiyarın sorduğu basit bir soruyla kapıldığı fikir alış-verişi kahramanımızı alıkoyar. Bir türlü ihtiyarın yanından ayrılamayan, bu arada zaman kavramını da yitiren kahramanımız giderek dönüşür ve paketin alıcısının kim olduğunu da öğrenir. 

7 Kasım 2014 Cuma

Ermiş (Halil Cibran)

“Çünkü aşk, hem başınıza taç koyar, hem çarmıha çeker sizi” 

Şair, ressam ve düşünür Halil Cibran, doğu düşüncesini batı düşüncesiyle sentezleyerek oluşturduğu eserlerle özellikle batı düşüncesini geniş çapta etkilemiş bir isim. Lübnan doğumlu Cibran, özellikle 1923 yılında İngilizce yayınladığı ‘Ermiş’ ile büyük yankı uyandırmış.

Yaşlanmayan eserler arasında yer alan ‘Ermiş’te halk, on iki yıl geçirmiş olduğu Orfales kentinden artık ayrılmakta olan El Mustafa’nın etrafını sarar ve kendi gerçeğini; “doğumla ölüm arasında olup bitenler konusunda görünen ve gösterilen her şeyi” anlatmasını ister. El Mustafa’nın sorulan sorulara verdiği lirik yanıtlar, Cibran’ın birikimlerinden damıttığı hayat bilgeliğiyle örülüdür. Seçim yapmak zor ama, aşk konusundaki yanıtını buraya alayım:

Bunun üzerine, “Bize ‘Aşk’tan söz
et,”
dedi Almitra,

Ve başını kaldırıp kalabalığa baktı,
Yolcu;
O an derin bir sessizlik çöktü insanların
üzerine.
O zaman, gür bir sesle,

“Aşk işmar ederse size, peşinden
koşun, dedi,
peşinden koşun, sarp ve sapa olsa da
yolları, onun.

Kanatlarıyla sararsa sizi, kendinizi ona
bırakın.
Ona bırakın – yüreğinize saplamak için
hançer saklı olsa da kanadının altında,
aşkın.

Ve sizinle konuştuğu zaman inanın
ona,
sesi, bağı bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgarı gibi
tarumar etse de, saçıp savursa da
rüyalarınızı.

Çünkü aşk, hem başınıza taç koyar,
hem çarmıha çeker sizi;

Çünkü aşk hem besler, suvarır, büyütür,
hem dallarınızı budar sizin.

Çünkü aşk hem en tepelere tırmanır
ve okşar, gün ışığında titreyen
en körpe dallarınızı orda,
hem köklerinize kadar iner
ve çekip çıkarır, toprağa tutunan
köklerinizi.”


İngilizce bilenler Ermiş’i orijinalinden okuyabilecekleri için daha şanslı sayılabilirler. Türkçe çeviriler için piyasada bulunabilen çeşitli baskıları incelemeniz yerinde olur. Cibran’ın desenlerine baskıda yer verilmiş olması da önemli bir tercih sebebi olacaktır.  Osho’nun Ermiş’i yorumladığı ‘Bize Aşktan Söz Et’ kitabı da hoş bir tamamlayıcı olarak düşünülebilir.

19 Ekim 2014 Pazar

Aikido - Bir Savaş Sanatı ve Sevgi Yolu (Haluk Emçioğlu)

           Aikido başkasını yola getirmek değildir, kendimizi yola getirmektir.

Aikido, “evrensel enerjiyle (ki) uyum (ai) yolu (do)” anlamına geliyor. Japonya’da savaş sanatları akımları teknik yönlerinin yanında aynı zamanda spiritüel gelişim yoludur. Bu, belki hepsinden çok Aikido için söylenebilir. Birlik düşüncesinin egemen olduğu Aikido’da rakip kavramı olmadığından müsabaka da yoktur. Aikido ‘düşmanı’ yenip derece almak için yapılmaz, keza savaş başkasına karşı verilmez. Aikido’nun kurucusu Morihei Ueshiba, “Aikido başkasını yola getirmek değildir, kendimizi yola getirmektir” der. 'Öteki' yoktur kısaca. 
Aikido yapmaya karar verirseniz ilk derste öğreneceğiniz şey düşmektir. Yerden nasıl darbe alınacağını, yığılıp kalmadan nasıl fırlayıp kalkacağınızı öğrenirsiniz. Bunun simgesel bir yönü de var: İlk öğrendiğiniz şey düşmektir, önce düşmeyi kabul edersiniz. Tabi düşme anlayışınız da dönüşür ve tekrar ayağa kalktığınız kesintisiz bir akışın parçası olur bu düşüşler. 
Dojo, yani Aikido yapılan yer saygıyla girilen, kutsallığı olan bir yerdir. Tatami - Minder üzerinde nefsinizle karşılaşır ve sessizce onu terbiye edersiniz. Her aşamada Rei-Saygı hâkimdir, dojoya, tatamiye, kurucuya, hocaya, silaha, diğer aikidokalara... Aikido çalışmaları böylece saygılı ve sessizdir ama somurtkan değildir. Gülümsemenin olmadığı yerde Aikido yoktur denir. Esas olan sevgidir. 
Doğrudur, her harekette bir saldıran (uke) bir de saldırılan (nage) vardır. Ama ikilik düşüncesine izin yoktur. Saldıranla ya da saldırıyla çatışmaya girilmez. Aikidoka, merkezinde ve topraklanmış durumdadır, birlik düşüncesi içindedir. Gelen saldırıyla uyumlanarak saldıranı kendi merkezine alır. Uke ve nage tek merkezde birleşirler, hareketin akışı kesilmez, sadece saldırılan tarafından yönlendirilir. Amaç saldırana zarar vermek değildir. Saldırana zarar vermek en hafifinden yadsımanın, ötekileştirmenin ve korkunun bir yansımasıdır. Gerçek savaşçı ise korkuyu yenmiş olandır. Diğer yandan tüm bunlar Aikido’nun zararsız olduğu anlamına gelmez. Görünürde tekniğindeki fazlalıkları atarak gittikçe sadeliğe ulaşanlar, aynı zamanda daha zarif ve bir o kadar da ölümcül hale gelirler. Ama bu yolda Aikidokanın nefsinin de dönüşmüş olması beklenir, çünkü bu güce sahip olup kullanmamaktır Aikido.
Tabi, Aikido ile ilgilenenlerin çoğunda böyle bir bakış açısı olduğunu söylemek zor. Türkiye’de Aikido algısı çeşitli. Genel kanı, estetik ve yumuşak bir savunma sporu olduğu yönünde. Aikido yapmak isteyenlerin bazısı egzersiz niyetiyle başlar, kimisi kafasını bozanları döveceğini düşünür, kimisinde hayranlık vardır, kimisi de samuraylara özenir, kılıç sanatını öğrenmek ister vs. Sanıyorum pek azı nefsiyle mücadele edeceğinin bilinciyle başlıyordur. Oysa sonuç değişmeyecektir; insan nefsiyle mücadele eder. Çünkü hayatta olduğu gibi Aikido’da da dışımızda zannettiğimiz şey aslında içimizdedir.
Sonuç olarak Aikido yaparsanız tatamide size ayna tutulur, anda ve akışta olursunuz, etkili bir egzersiz yaparsınız, genel sağlık ve huzur düzeyiniz artar. Elbette, tüm bunları okuyarak değil ancak yaparak yaşarsınız. Yine de Aikido hakkında Türkçe’de kurucu O’Sensei Morihei Ueshiba’nınkiler de dâhil, birçok kitap var. Haluk Emçioğlu’nun kitabı yukarıda özetlediğim konuları odağına alan, severek okuduğum bir kitap oldu. Kitabın ikinci yarısı ise okuyucuya bir fikir vermesi açısından, tekniklere ayrılmış durumda. İkinci bir kitap olarak Gaku Homma’nın aynı havada yazılmış “Yaşam için Aikido” kitabını da incelemek isteyebilirsiniz.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Simyacı (Paulo Coelho)

Paulo Coelho, bir hakikat yolcusu olarak ilerlerken başından geçenleri ve elde ettiği kişisel birikimi özgün ve lezzetli bir sentezle sunuyor.



Spiritüel alanda okuyabileceğiniz çoğu kitap –maalesef- yazı ustalarının elinden çıkmıyor. Bu bir gerçek. Elbette sadece elde edeceğimiz bilgiyi önemsiyoruz ve dil, üslup hatta yazım kurallarını bir kenara bırakabiliyoruz. Ama yazılan eserlerin çoğunu ‘iyi edebiyat’ olarak adlandırmamız güç, çeviri kaynaklı sıkıntılar da cabası. 

İşte Paulo Coelho, bizi zorlayan, edebiyat zevkimizi körelten kitapların yorgunluğundan bizi kurtaracak, güzelduyusu yüksek eserler veriyor. Diliyle, çevirisiyle, konularıyla önerilebilecek birçok kitabı var. Buraya sadece ünlü Simyacı’yı almayı yeterli gördüm. 

Coelho, dünyaca üne kavuşmuş Simyacı’da Mesnevi’den yola çıkarak nefis bir arayış, yol ve dönüşüm öyküsü anlatıyor. Hala okumadıysanız…

11 Eylül 2014 Perşembe

Geçmişi Onarmak Geleceği İyileştirmek (Alberto Villoldo)

Yaşamımızın esas amacını ve çağrısını saptamanın şaman yolu... 

Antropolog Alberto Villoldo, Güney Amerika’daki saha çalışmaları sırasında İnka şamanlarından haberdar olmuş, daha sonraları ise onlar tarafından yetiştirilmiş. Kendi çağrısının ‘şifacı ve çağdaş şaman olarak başkalarının kendi armağanlarını bulmalarına yardım etmek’ olduğunu keşfedip hayatını bu şekilde yaşamaya başlamış.

Villoldo bu kitapla, ‘başımıza gelen önceden belirlenmiş ve değişmez olaylar dizisi’ olan kaderi aşıp ‘yaşamın esas amacı ve çağrısı olan’ yazgıyı saptamanın bir yolunu göstermeyi amaçlıyor. Bunun için de bilinçdışına nasıl yolculuk yapılacağını anlatıyor.  Bilinçdışının şamanik bir haritası esas alınarak yapılan bu yolculuklar ‘orta dünya’dan önce ‘alt’ ve sonra da ‘üst’ dünyalara yapılıyor.

Alt dünyada ruhun yitik parçalarını bulup geçmişin yaraları iyileştirilirken, aynı zamanda ‘en yüksek yazgımızın’ ipuçlarını taşıyabilecek gizli yetenekler de keşfedilebiliyor. Yönlendirmeli meditasyon ve solunumla yapılan uygulamalarla ilk yaramızı keşfedeceğimiz ‘Yara Odası’, kısıtlayıcı sözleşmelerimizi keşfedip yenileyebileceğimiz ‘Ruh Sözleşmeleri Odası’, yara odasında tanıdığımız yitik ruh parçamızı geri alacağımız ‘İyilik Odası’ ve şifa armağanları bulacağımız ‘Define Odası’ndan oluşan alt dünyada ayrıca bize yardımcı olacak güç hayvanımızı saptamak ve onunla yazılı bir sohbete girişmek de mümkün. Alt dünyaya yapılan yolculuklarla gerçek potansiyelimize kavuşmamıza engel olan travmalardan farkındalıkla kurtularak bunların geleceğimizi zehirleme tehlikesini ortadan kaldırıyoruz. Bu açıdan bakıldığında, alt dünyaya yapılan bu yolculuklar yazgımıza yapacağımız esas yolculuğun hazırlığı niteliğinde.

Üst dünya ise bize ilk kutsal sözleşmemize göre nasıl yaşamamız gerektiğini söyleyebilecek, bizi hayatımızın geri kalanında bir anlam ve hedef yolculuğuna çıkaracak göksel ailemizle tanışacağımız, etkileri önümüzdeki yaşamları da etkileyecek çalışmaları yapacağımız yer.

Bu şekilde şamanik yolculuklar hakkında fikir sahibi olunuyor. Uygulama yapmak isterseniz, ne yazık ki kitapta verilen yönlendirmeli meditasyon metinlerini elden geçirerek kayda almanız ya da bir dostunuzla karşılıklı olarak yapmanız gerekiyor.

Villoldo anlatısında çakralar, kuantum, zaman algısı, beynin yapısı gibi konulara da kısaca değiniyor ama kitabın genelinde şaman öğretisinin dili egemen. Diğer yandan çeşitli kültürlerden mitolojik öykülerin sembolik çözümlemeleri ve diğer çok kültürlü örnekler, aktardığı öğretinin evrensel niteliklerini gözler önüne seriyor. Söz konusu çözümlemelerin yanında, bölüm girişlerinde Villoldo’nun kendi deneyimlerini daha lirik bir şekilde aktardığı pasajlar ve geçmişte bu uygulamaları yapan kişilerin deneyimleri, hedefi on ikiden vuran öğretinin samimi ve sade bir şekilde anlatımıyla birleşerek okuması zevkli, ilham verici bir kitabı oluşturuyor.  

6 Eylül 2014 Cumartesi

Nefes Kitabı (Cem Şen)

Günlük yaşantımızın ayrılmaz parçaları olduğu halde çok da bilincinde olmadığımız telkin, hipnoz ve imgeleme gibi konulara değinen kitaplara daha önce yer vermiştim. Şimdi de yaşamla özdeş bir olgunun farkındalıkla ve bilinçle kullanılmasıyla neler yapılabildiğine ilişkin bir başka kitabı tanıtmak istiyorum.

Okuyacağınız birçok kitapta öyle ya da böyle nefese yer verilmiş olacak. Bilinçle bilinçdışı, ruhla beden arasındaki köprü olan nefesin özel teknikler halinde tüm geleneklerde yaygın olarak kullanıldığını siz de göreceksiniz. Doğru nefes almanın önemini kavradığınız gibi, çok çeşitli amaçlarla oluşturulmuş uygulamaların bir parçası olan nefes tekniklerini siz de kullanacaksınız. Bilginiz arttıkça sizin de her an alıp verdiğiniz nefese bakışınız değişecek.

Teknikler bir yana, kim bilir hangi kısıtlayıcı düşüncenin eseri olarak sığ ya da kesik nefesler almaktan kurtulmak bile fark yaratacak güçte. Burundan nefes almak, nefes aldığımızda göğsümüzün değil öncelikle karnımızın şişmesi gibi basit değişiklikler bile faydasını gösterir. Farklı amaçlar için kurgulanmış özel nefes tekniklerinin fiziksel sağlıktan zihinsel dinginliğe, enerjinin düzenlenmesinden bilinçdışına erişime çok geniş bir yelpazeye yayılan (hatta bazıları birbirine ters yönlerde) farklı etkileri olabilecektir. Okuduğunuz kitaplarda rastladığınız teknikleri kendi amaçlarınız doğrultusunda uygulamak yeterli gelebilecektir. Dolayısıyla özel bir kitaba ihtiyaç duymayabileceksiniz. İleri teknikler ise sizin ilerleme arzunuza bağlı olarak farklı şekillerde ilgi alanınıza girebilecektir.


Yine de nefese yoğunlaşmış özel bir kitap isterseniz, uzak doğu geleneğinde eğitim gören Cem Şen’in güzel bir kitabı var. Şen, kitabında beslenme önerileri, egzersizler ve meditasyonun yanı sıra tokluk nefesi, arınma nefesi… gibi farklı tekniklere de yer vererek konuyu bütünsel şekilde ele almış. Bu kitabın yanı sıra Yoga'dak temel nefes tekniklerini anlatan İyileştiren Nefes (Luis S.R. Vas) kitabı da ilginizi çekebilir.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Holotropik Nefes Çalışması (Stanislav Grof & Christina Grof)

Bilinçdışına erişimin doğal yolu: Nefes…

Benötesi psikolojisinin kurucuları arasında yer alan Stanislav Grof’un kitapları bu yıl arka arkaya yayınlandı. Grof, halüsinojen terapinin ortaya çıktığı ilk dönemlerdeki LSD deneylerinin yanı sıra çeşitli şaman ayinleri, budist meditasyonları ya da sufi zikirleri gibi farklı mistik geleneklerin pratiklerine katıldıktan sonra bu deneyimlerini harmanlayıp olağandışı bilinç haline nefesle geçişin bir yolu olan Holotropik Nefes Çalışması’nı geliştirmiş. Sözcük anlamıyla ‘bütüne yönelen’ demek olan ‘holotropik’ nefes çalışmasının temel amacı ise algının kapılarını açıp bloke olmuş fiziksel enerjileri ve sıkışmış duyguları dışarı atarak travmaları çözmek, psiko ruhani ölüm ve yeniden doğum deneyimleriyle iyileşmeyi sağlamak.

Grof’un açıklamasına göre, insan bilincinin iki farklı modu bulunuyor. Maddi yönelimli (hylotropik) bilinç modunda, belirgin Newton’cu özelliklere sahip birbirlerinden ayrık ve farklı nesnelerin dünyasında kendimizi katı maddi varlıklar olarak deneyimleriz; uzay üç boyutlu, zaman doğrusaldır ve her şey neden-sonuç zincirleri tarafından yönlendirilir. Bilincin holotropik modundaki deneyimler ise Newton’cu dünyanın sınırlamaları ve kısıtlamalarını aşar. Doğrusal zaman ve üç boyutlu uzam neticede bir tercihtir, geçmişe ve geleceğe deneyimsel olarak erişilebilir, kendimizi aynı anda birden fazla yerde deneyimleyebiliriz, parça olmak bütün olmayı engellemez, bir şey hem var hem yok olabilir… vs

Holotropik Nefes Çalışması, bilincin olağan dışı hallerini ve holotropik nefes çalışmasına katılanların deneyimledikleri halleri belli bir kuramsal çerçeve içerisinde aktarıyor. Bu haller büyük bir çeşitlilik gösteriyor: Birliğin deneyimlenmesi, hiçliğin deneyimlenmesi, çocukluk-bebeklik anıları, doğum travması, doğum öncesi perinatal dönem anıları, hücre düzeyindeki bilincin kavranması, geçmiş yaşamlar, diğer insanlarla, arketiplerle ve hayvanlarla karşılaşma ya da onlarla birlik, mitolojik alanlara ziyaretler… vs. Kitap, çok uzun süreden beri düzenlenmekte olan seminerlerde katılımcıların deneyimledikleri tüm bu hallerin kapsamlı bir kataloğu olmanın yanında, olağan dışı bilinç hallerinde yaşanabilecek çeşitli durumlara nasıl yaklaşılması gerektiğine ilişkin bir rehber olarak da işlev görüyor.


Örnek vakalara geniş yer verilmesi ve farklı deneyimlerde nasıl hareket edilmesi gerektiğine ışık tutması bu kitabın güçlü yanları olmakla birlikte, kitabın gereğinden uzun tutulduğunu ve tekrarların bulunduğunu da eklemem gerek. Bu kitapla birlikte, Kozmik Oyun ya da Sonsuz Yolculuk kitaplarını da incelemek isteyebilirsiniz.

12 Ağustos 2014 Salı

Yaratıcı İmgeleme (Shakti Gawain)

Yapmakta olduğunuz ya da ileride muhtemelen yapacağınız birçok uygulamanın ayrılmaz bir parçasıdır imgeleme.

Binlerce yıldır spiritüel uygulamaların bir parçası olagelmiş bu teknik günümüzde spor psikolojisi gibi diğer alanlara da yayılmış durumda. Aslına bakarsanız, günlük yaşantımızda da sık sık imgeleme haline geçiyoruz. Tıpkı telkin ve hipnoz konusu gibi imgelemenin de gereğince anlaşılması, onu farkında ve bilinçli bir şekilde kullanmamızı sağlar. Yaratıcı İmgeleme, bunun için çok iyi bir başlangıç kitabı olduğu kadar iyi bir uygulama rehberi işlevi de görüyor.


Shakti Gawain, kitapta öncelikle yaratıcı imgelemenin temel unsurlarını aktarıyor. Daha sonra bolluk, şifa verme, rehberlerle tanışma… gibi çeşitli uygulama alanlarına dönük kuramsal çerçeveyi çiziyor ve bu alanlara dönük olumlama ifadelerini, meditasyon metinlerini ve diğer bazı özel teknikleri sunuyor. Kısa bölümler halinde düzenlenmiş kitapta temel ve çok önemli konular sade bir şekilde aktarılıyor. Giriş düzeyinden başlayan kitap, okuyucuyu daha esaslı konulardan haberdar ederek sona eriyor.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Geçmişin Hipnozunu Bozmak (Dr. Bülent Uran)

Yoksa hipnoz deyince gözünüzün önüne tekinsiz birisinin elindeki saati sallarken kurbanına “uyuuuuu…uyuuuuu…” dediği bir sahne mi geliyor? Peki, günlük yaşantımızda her iki rolü de oynadığımızı biliyor muydunuz?

Bilinçdışı, muazzam güçlere sahip bir çocuk olarak nitelendiriliyor. Örneğin, karmaşık ve/veya olumsuz ifadelerden, geçmiş-gelecek zaman kiplerinden anlamıyor, ilgisiz uyaranları birbiriyle ilişkilendirebiliyor ya da ifadeleri sadece dar kapsamlı anlamlarıyla kabul ediyor. Diğer yandan bilgi bir kez kendine ulaştıktan sonra hiç yargılamadan kabul ediyor, sonsuza dek saklıyor ve her ilgili durumda da gereğini yapmaya devam ediyor. Genellikle çocukluk çağında kaydedilen ilk bilgi çekirdek inanca dönüşebiliyor ve sonraki doğrulayıcı deneyimler de bu inancı pekiştirerek, çekirdeğin etrafında kırılması zor bir kabuk oluşturuyor. İnsan çekirdek inancının doğru olmadığına ilişkin nesnel kanıtlarla yeterli sıklık ve sayıda karşılaşmazsa, geçmiş kayıtlarına sıkı sıkıya bağlı kalıyor. Yaşamımız boyunca, doğum anında, anne karnında ve hatta geçmiş yaşantılarımızda oluşmuş bu bilinçdışı olumsuz kayıtlar yaşantımızı etkiliyor. Üstelik her an bu türden yeni kayıtlara maruz kaldığımız gibi, diğerlerinde de yaratabiliyor ya da mevcutları pekiştirebiliyoruz. İşte şifa, rahatsızlıkların farkında olunmayan ya da farkında olunsa dahi çözülmeden üstü örtülüp bilinçdışına itilmiş nedenlerinin bilince getirilip çözülmesiyle oluşuyor. Bu yapılmadığı sürece, tedaviler semptom gidermekten ileri gidemiyor, rahatsızlıklar tekrar ediyor.

Bilinçdışındaki kayıtları bilince getirip yüzleşmenin farklı yolları var. Bunlardan birisi de hipnoz. Popüler imajın aksine, pazarlamadan sağlığa birçok alanda günlük yaşantımızın bir parçası olan bu mekanizmayı daha yakından tanımanın faydası var. Bu konuda bilinçlenerek, örneğin sözlerimizle bize değer verenlerde olumsuz-kısıtlayıcı kayıt yaratmamaya gayret edebilir ya da olumlama ve imgelemeyle kendimizin ve diğerlerinin durumlarını daha iyiye götürmeye çalışabiliriz.


Bülent Uran’ın kitabı bu konuya giriş için çok uygun. Bülent Uran bu kitabında hipnozun ne olduğunu, hipnoterapiyi, regresyonu ve hastalıkların kaynağı olarak bilinçdışındaki olumsuz kayıtlara ulaşılmasını ve sevgi ve affetmeyle bu olumsuz kayıtların silinmesini odağa alırken, örnek vakalara yer vererek genel kavramsal çerçeveyi de çiziyor.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Yaşamınızda Feng Shui (Karen Kingston)

Şair ne demiş, “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak”… Peki, hiç yaprak tutmasak nasıl olurdu?

Karen Kingston, “Feng Shui ile Kutsal Alanınızı Yaratmak” kitabında mekânsal enerji tıkanıklıklarının giderildiği 'Alan Arındırma' tekniğini anlatır. Üç bölümden (fiziksel temizlik, birikmiş enerjilerin temizliği ve dağınıklığın giderilmesi) oluşan tekniğin dağınıklıkla ilgili son bölümüne ilişkin yoğun bir ilgi ve geri bildirim olunca, sırf bu konuya ilişkin bir kitap yazmaya karar verir. 

Karen Kingston kitabında özellikle dağınıklık/biriktirme alışkanlığı/atamama durumunu ele alıyor. Farkındalık yolunda, evinizi - ofisinizi -masanızı - hatta bilgisayarınızı ıvır-zıvıra boğmak, hangi bağımlılıkların ve yüklerin sembolü? Bunları etrafınızda tutmak fiziksel, zihinsel, ruhsal olarak sizi nasıl etkiliyor? Gereksiz yüklerden nasıl kurtulursunuz?


Dışımız, içimizi yansıtıyor.  Fiziksel düzlemde eşyalarımız, bilincimizdeki (ya da bilinç dışındaki) yüklerin sembolü olabiliyorlar. Kitapta sadece gereksiz eşyadan kurtulmanın yararlarına değinilmiyor. Örneğin bedenimizde tutulan birikintinin de (150 Yıl Yaşayabiliriz kitabında ayrıntısıyla okuyabileceğiniz gibi) gereksiz eşyadan farkı yok. Hatta bu ikisi kadar somut olmayan şeylerin bırakılmasında da kuşkusuz ferahlık var. Ve aslında istenen de budur. Örneğin bizi hapsettiğini hissettiğimiz inanç kalıpları, kısıtlayıcı toplumsal sözleşmeler, bizi durağanlaştıran alışkanlıklar, bağımlılıklar... Tüm bu gereksiz şeyleri her an terk ediyor olmak, hakikate yolculuğun önemli esaslarındandır. 

Karen Kingston’ın kitabı enerjinin yumuşak şekilde akmasını engelleyen, hayatımızı durağanlaştıran birikintiden kurtulmanın ilham verici yollarını gösteriyor ve okuru bir başlangıç yapması yönünde cesaretlendiriyor.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Kokoloji (İsamu Saito, Tadahiko Nagao)


Kendini keşfetme oyunu...

Kokoloji, psikolojik bir kuramsal arka plana sahip küçük oyunlardan oluşuyor. Oyunlarda hazırlanmış metinler çoğunlukla bir soruyla bitiyor ve bu soruya –kendiliğinden- verilen yanıt kendinizi tanımanızda size yardımcı oluyor. Kitapla baş başa biraz vakit geçirdikten sonra, oyunları arkadaşlarınıza da oynatabilirsiniz. 

Grup halindeyken arkadaşlarınızdan dikkatlerini sesinize vermelerini ister, metinleri hafif hipnotik bir sesle okursanız ilginç şeyler olacaktır. (Metinlerde yer yer imgeleme akışını sekteye uğratabilecek pürüzler görürseniz, o tür fazlalıkları atarak okuyabilirsiniz) Bazı oyunlarda, metnin sonunda seçenekler de sunuluyor. Seçenekleri okumadan önce duraklayın ki arkadaşlarınız herhangi bir yönlendirme olmadan içlerinden yükselen yanıtı öncelikle duysunlar. Kendi uygulamalarınız için de, düşünmeden, doğrusunu bulmaya çalışmadan, çabasız gelen bu yanıt çok değerli.


Oyunların bazılarında arkadaşlarınızdan yanıtlarını paylaşmalarını istedikten sonra, yorum kısmını okuyarak eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Bazı oyunlar ise arkadaşlarınızı iç görüleriyle baş başa bırakmayı gerektirecek nitelikte. Bu gibi oyunlarda yanıtları almadan, doğrudan kitaptaki yorumları okuyarak bırakabilirsiniz.

24 Haziran 2014 Salı

150 Yıl Yaşayabiliriz (Mikhail Tombak)


150 yıl yaşayabilir miyiz? Nasıl? 

Mikhail Tombak, bedenimize iyi bakarsak 150 yıl yaşayabileceğimizi savunuyor. Kitabına insan sağlığına zarar veren 5 ana etmeni sayarak başlıyor. Omurganın ihmal edilmesi, hatalı nefes almak, hatalı beslenmek, bedenin iç temizliğinin ihmal edilmesi ve yaşamdan keyif almak yeteneğinden yoksun olmak. Kitapta bu beş alana ilişkin pratik egzersizler, tavsiyeler, tarifler, uygulamalar ve reçeteler yer alıyor. Örneğin, bedenin iç temizliği kısmında zeytinyağı ve limon suyu içilerek yapılan, ‘neştersiz bir ameliyat’ - karaciğer (ve safra kesesi) temizliği çok ilginç. Belirttiğim gibi bütünsel bir yaklaşıma sahip kitapta pek çok yararlı öneri bulabileceksiniz. Peki, gazetelerde bile binlerce benzerini bulabileceğiniz bu önerilerin diğerlerinden farkı ne? Bu kitapta aktarılan bilgiler, binlerce yıllık doğu ve batı doğal şifacılığının modern tıp ışığında harmanlanmasından ve uygulamadan elde edilen deneyimlerle geliştirilmesinden doğuyor. Tamamen doğal ve kolay bulunabilen malzemelerle yapılıyor olması da bir başka artısı. Sağlığı takıntı haline getirmekten söz etmiyorum. Ama insanların, bedenine bu gibi yollarla iyi bakmasının da yaşam kalitesinde ve enerji düzeylerinde büyük bir fark yaratacağını düşünüyorum.

19 Haziran 2014 Perşembe

Farkındalık Maceraları (Dr. Jan Chozen Bays)

Farkındalık: "Etrafınızda ve içinizde –bedeninizde, kalbinizde ve zihninizde- olanlara, bilerek tam bir dikkat göstermek, eleştirisiz ve yargısız bir bilinçlilik içinde olmak"..

Bir çocuk doktoru ve aynı zamanda Zen yolunun takipçisi Dr. Jan Chozen Bays, kitabında haftalık farkındalık uygulamalarının bir derlemesini sunuyor. Bays’in kitabında yer verdiği tanımıyla farkındalık, ‘etrafınızda ve içinizde –bedeninizde, kalbinizde ve zihninizde- olanlara, bilerek tam bir dikkat göstermek, eleştirisiz ve yargısız bir bilinçlilik içinde olmaktır.’ Şimdi’nin Gücü kitabında da ayrıntısıyla okuyabileceğiniz gibi zihinsel gevezeliği susturmak, geçmiş-gelecek fantezilerinden kurtulup anda olmak farkındalığın anahtarı olarak görülmektedir. Zen yolunun özünde yer alan bu unsura kitapta özel önem verilerek, öncelikle bu zihin durumunun oluşturulması ve günlük yaşantımızın sıradanlığı içinde korunabilmesi amaçlanıyor.

Uygulamalarla hayatın içinde artık kemikleşmiş kalıplara oturttuğumuz, otomatikleştirdiğimiz gündelik şeylere (örneğin yemek yemek, sesler, toprak, araba kullanmak, çalan telefonu açmak, eller…) dikkat çekiliyor. Tüm bu ‘kanıksanmış’ şeylere ilişkin birer haftalık farkındalık alıştırmalarıyla kalıpların kırılması, anda olmanın getirdiği berrak bilişle bireysel bulgulara ulaşıp derin dersler çıkarılması hedefleniyor.

Kitapta 53 alıştırmaya yer verilmiş. Alıştırmaların her birine ilişkin -alıştırma bittikten sonra okunması istenen- muhtemel bulgular ve derin dersler kısımlarında yer verilmiş. Elbette, bu kısmın orada yazıldığı gibi kabul edilmesi gerekmiyor. Kuşkusuz kendinizi tanımak için yaptığınız bazı alıştırmalarda kitapta çizilen çerçevenin dışında kendinize özgü bulgular ve dersler de çıkaracaksınız.

10 Haziran 2014 Salı

Kanatlı Sözler

Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor, kendini değiştirmeyi düşünen yok. 
(Lev Tolstoy)

(İllüstrasyon: Ryan McArthur)

6 Haziran 2014 Cuma

Zero Limit (Joe Vitale, Dr. Ihaleakala Hew Len)


Sıfır noktası, hiçliğe ulaştığımız noktadır. Orada ne bir veri, ne bir bilgi, ne bir yargılama ne de bir inanç vardır. Sıfır noktasında ilham alabilir ve bu ilhamla hareket edebilir hale geliriz.

Joe Vitale için ‘bir yeniçağ girişimcisi’ desek yanlış olmaz. Vitale bu kez, Dr. Hew Len’in inanması güç bir başarısını duyuyor ve onun peşine düşüyor. Ondan danışmanlık alarak başladığı süreçte Dr. Hew Len’in yöntemlerinden ve onun da (muhtemelen ‘el aldığı’) bir Kahuna’dan öğrenmiş olduğu Hawaii öğretisinden çok etkileniyor. Zero Limit kitabı (ve takip eden seminerler, web sitesi… vs)  bu şekilde doğuyor. Joe Vitale, kitapta yöntemi ve arkasındaki öğretiyi Dr. Ihaleakala Hew Len ile soru cevap şeklindeki diyalogları ve kendi deneyimleriyle harmanlayarak akıcı ve zevkli bir şekilde sunuyor.

Dr. Ihaleakala Hew Len şunu anlamamızı istiyor: Olan biten her şeyin sorumlusu biziz. İşlerin düzelmesini istiyorsak dışarıyla ilgilenmeyi bırakıp içimize yönelmeliyiz. Suçlu aramak, şikâyet etmek, yargılamak gibi yararsız meşguliyetlere son verip, ortaya çıkan durumların içimizdeki sebeplerine dönük çalışmalıyız. Bilinçaltımızdan (ve hatta kollektif bilinçdışından) bize ve diğerlerine etki eden negatif yükün bırakılması (dönüştürülmesi), ilhamla hareket edilen, teslimiyet ve huzur içinde olunan bir duruma gelmemizi sağlıyor. ‘Sıfır sınırına’ ulaşmak için bilinçli zihinden doğan yetersiz düşünceleri (ve aslında her şeyi; hatıraları, inançları, kalıpları, kısıtları….) bırakmak gerekiyor. Ho’ponopono, sıfır sınırına yaklaşmak –arınmak- için çok basit, zevkli ve etkili bir yöntemler demeti sunuyor. Bunları bildiğiniz diğer yöntemlerle birleştirmek, farklı uygulama alanları bulmak da yaratıcılığınıza kalmış. Kuşkusuz Hew Len’in anlattıkları yöntemle sınırlı değil. Arka planda yatan öğretinin ayrıntılarında evrensel bazı nitelikleri siz de saptayacaksınız. Hakkında kitap okumuş olabileceğiniz birçok konunun Joe Vitale ve Hew Len’in arasında geçen konuşmalarda yer aldığını da göreceksiniz.

3 Haziran 2014 Salı

Kanatlı Sözler

Sen okyanusta bir damla değilsin; bir damlada bütün okyanussun.
(Mevlana)

(İllüstrasyon: Ryan McArthur)

29 Mayıs 2014 Perşembe

Tanrı ile Sohbet (Neale Donald Walsch)

"…Tanrı nasıl konuşur? Kiminle konuşur? Bu soruyu sorduğumda işte aldığım yanıt: Herkesle konuşurum. Hem de her an. Soru kiminle konuştuğum olmamalı. ‘Kim dinliyor’ diye sormalısın…”

Neale Donald Walsch’un Tanrıya, varoluşa, insana, yaşamın hemen her alanına olduğu gibi  öncesi ve sonrasına da ilişkin soruları ve ‘Tanrı’nın bu sorulara yanıtlarından oluşan 4 ciltlik bir seri. Çerçeveyi çizen, çizdiği bu çerçevede pratiğinize de yansıyacak birçok değerli öğreti içeren, okunması zevkli, güzel bir giriş kitabı. ‘Tanrı’ ile Neale arasında arkadaşça bir havada akıp giden sohbetlerde çok temel ve özlü bilgiler basit bir dille aktarılıyor.
İşte bir alıntı:
“…Ve kendinize şu soruyu soruyorsunuz: Neden? Neden bu yolu seçmeliyim? Bu yola girmenin anlamı ne? Ödülü ne? Nedeni ne? Neden çok basit. Çünkü yapacak başka bir şey yok.
            Ne demek istiyorsun?   
Çünkü artık denemediğiniz tek oyun bu. Başka yapacak bir şey yok. Gerçekten, yapabileceğiniz başka bir şey yok. Hayatınızın geri kalan bölümünde de bu yaptığınızı yapacaksınız. Tıpkı, doğumdan beri yapmış olduğunuz gibi. Soru, sadece bunu bilinçli mi bilinçsiz mi yapacağınız. Yolculuktan vazgeçemezsiniz. Çünkü doğumdan önce bu yolculuğa başladınız. Doğumunuz yalnızca yolculuğun ilk kilometre taşı. Bu nedenle soru, “neden bu yolu seçeyim?” olamaz. Zaten başlamışsınız. Soru ancak şu olabilir: “Bu yolda bilinçli olarak mı, bilinçsizce mi ilerlemeyi tercih ediyorum? Farkındalıkla mı, otomatik olarak mı? Deneyimlerimin nedeni olarak mı, sonucu olarak mı? Yaşamınızın çoğu, deneyimlerinizin sonucunu yaşamakla geçti. Şimdi, nedenlerini oluşturmaya davet ediliyorsunuz. “

Çeviri ve üslup biraz daha güzel olsa demekten kendimi alamıyorum ama buna çok takılmazsanız, merak ettiğiniz konulara ilişkin ezber bozacak yaklaşımlar ve bakış açıları sunacaktır. Sohbet sırasında, konular yapılandırılarak ve sırayla ele alınmakla birlikte Tanrı ile Sohbet’i diğer bazı kitaplarda yapabileceğiniz gibi rastgele bir sayfa açarak okumanız da mümkün.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Kanatlı Sözler

Kendin ol; diğerleri çoktan kapıldı.
(Oscar Wilde)

(İllüstrasyon: Ryan McArthur)


23 Mayıs 2014 Cuma

Aptalın Deneyimi (Mirzakarim Norbekov)


Norbekov sistemini tek kelimeyle betimlemek istesek, “neşeli bir sistemdir” demek yeterli olur sanırım.

Bazı insanların bu tip konulara, (aslında her konuya) ciddiyetle yaklaşmak gibi bir alışkanlıkları var. Her şeyi gereğinden fazla ciddiye alan bu tutum, özünde çok basit konuların da aşırı zihinsel bir çabayla ele alınması ve gerekmediği kadar irdelenmesini de beraberinde getiriyor. Çoğu zaman basit görünenin, hiç de basit olmayan önemi ve etkisi de işte bu tepeden bakan ‘proses’ sırasında uçup gidebiliyor ne yazık ki… Oysa mizah da bir ‘yol’dur. Mizahın şimşeği çaktığında zihin bir an için devre dışı kalır ve bilginin ışığı karanlıkları aydınlatır. Nasrettin Hoca gibi ustaların yolu apaçık bu iken, Sufi geleneğindeki şairlerde mizahın önemli bir unsur olduğunu da görürüz. Bu gelenekten gelen, kendini bir Sufi olarak tanımlayan Norbekov da bu yaklaşımı benimsemiş durumda. Hatta daha ileri gidiyor… Bu mizahi tutum içinde hakaretleri birbiri ardına sıralayan ‘kaba’ bir tutum içine giriyor ki istediği iletişim kurulsun. Bu iletişimi kurduğu anda da destekleyici ve sevgi dolu yaklaşımıyla okuyucunun üzerinde çalışıyor Norbekov. Böylece zihinsel kalıpları kıra kıra ilerlerken yeni bir şey inşa ediyor…

Norbekov uçlarda yaşadığı kendi deneyimlerini de aktararak, okuyucunun dikkatini daha ilk andan tekniğinin ilk ve en önemli unsuruna çekiyor: İçsel hazırlık. İşe bilinçli-bilinçsiz inançlar, kalıplar ve olumlu zannedilen tutum ve davranışların dönüştürülmesinden başlayan Norbekov, sistemini bunun üzerine inşa ediyor. Bu kısım, kendimiz hakkında (ve yolunun şifacılık olduğunu düşünenler için, şifa verdikleri kişiler ve aldıkları sonuçlar hakkında) değerli ipuçları barındırıyor.

Göz bozukluğunu tamamen giderme amacı doğrultusunda, Norbekov sistemini oluşturan özel teknikler, fiziksel egzersizler ve meditasyonlar açıklanıyor. Örneğin, “kas korsesine” ilişkin bir alıntı:

“İşte tipik mutsuz insanın davranış şeması:
Kuşkulanıyorum, inanmıyorum, umarım, vs. vs.
Sen önce:
Bana sonucu ver.
Sonra inanacağım.
O zaman keyfim yerine gelecek
Ve mutlu insana özgü “kas korsesi” bunu izleyecek.
İşte bu ölümün mantığı, kendini öldürenin, mutsuzun, başarısızın mantığı. O haklı, heeeem de nasıl haklı, kendi açısından, kendi çan kulesinden, kendi bataklığından. Ama bu bataklıkta durgunlaşmış pis kokudan başka bir şey yok!”
Kitapta özellikle göz bozukluğunun odağa alınmış olduğunu görüyoruz ama bunun sadece bir giriş kapısı olduğunu belirtmek gerekir. Teknikler diğer tüm rahatsızlıklar üzerinde de etkili olabileceği gibi bu etki fiziksel bedenle de sınırlı kalmayabilecektir.

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Başlarken...

Farkındalık, bilinçlenme ve gelişme yolundaki çalışmalar, benim gibi mantık tarafı ağır basanlar için öncelikle zihinsel düzlemde başlıyor. Okumayı seviyorsanız, kitaplar bu düzlemdeki çalışmalarınızın zevkli ve önemli bir kaynağı olacak.

Sizi çeken her kitapta mutlaka bir şeyler bulacaksınız, boşuna okumuş olmayacaksınız. Daha sonra dönüp baktığınızda bazı kitapların görece daha düşük bir bilinç düzeyinden seslendiğini görebileceksiniz. Ama bundan daha doğal ne olabilirdi? Bilinciniz genişlerken, basamakları da tırmandınız ve kuşkusuz geride bıraktığınız o basamaklar olmadan bulunduğunuz noktaya gelemezdiniz. Bazı kitaplara ise tam nüfuz edemeyeceksiniz. Sonraları eliniz aynı kitaba gittiğinde ise bu kez bambaşka mesajlar bulabileceksiniz. Okuyacağınız tüm bu kitaplar nihayetinde size, bilginin aslında tek bir kaynaktan geldiğini ve evrensel olduğunu gösterecek.

Sadece içinde gezinmenin bile huzur verdiği bir çiçek bahçesi düşünün. Bu bahçede gül de var, lotus çiçeği de. Belki siz bir çiçeği diğerlerinden daha üstün tutuyor olabilirsiniz. Ama unutmayın ki renkleri, kokuları, görünüşleri farklı olsa da tüm bu çeşitlilik aslında tek bir evrensel bilgeliğin tomurcuklanmasından ibaret…

Bir noktada bilginin evrenselliğini iyice özümseyecek ve gelenekler arasında varmış gibi görünen ayrımları da aşarak kendinizi sonraki aşamalara hazır hissedeceksiniz.

O ana ulaşana dek siz de benim gibi, “neler var?”, “ne okuyabilirim?” düşünceleriyle arayışta olacaksınız. İşte “Rehber Kitaplar”, ileride çok yararını göreceğiniz bu arayış sürecinde size yardımcı olacak derli toplu bir kaynak olması niyetiyle oluşturuldu. Kitapçıya uğrayarak burada gördüğünüz kitapları incelemeniz ve sizi çeken kitapları alıp okumanız, sizi yolunuzun ileri aşamalarına hazırlayacak. Okudukça sorularınıza yanıt bulacak, yeni sorular soracaksınız. Donanımınızı artırdıkça bir kitap, diğerini çağıracak… Hatırlayın, öğrenci hazır olduğunda öğretmen gelir.

Rehber Kitaplar’ın önyargılarını daha yeni yeni kırmakta olanlar başta olmak üzere, arayış içindeki herkese faydalı olması dileğiyle…