Sayfalar

16 Temmuz 2017 Pazar

Şimdi'nin Gücü (Eckhart Tolle)

Yoğun öğretisi, harika hissi ve etkili uygulamalarıyla tam bir klasik.

Eckhart Tolle, otuz yaşına dek ruhsal bunalımlar içinde bocaladıktan sonra ani bir aydınlanma yaşar. Kendini gecenin bir yarısında ansızın gelen bu yoğun deneyime teslim eder ve sabah bambaşka birisi olarak uyanır. Tolle, derin bir huzurluluk haline kalıcı olarak geçtiği bu ilk deneyiminden sonra “tarif edilemez güzellikte vecit halleri” yaşayacağı uzun bir keşif dönemine girer. Bu süreçte ‘sahte benliği’ tamamen silinir. Artık ne işi, ne evi ne de herhangi bir toplumsal kimliği vardır. Diğerlerinin de hissedebildiği yoğun bir huzur içinde parklarda yatıp kalkarken insanlar zaman zaman ona gelip sahip olduğu bu huzuru nasıl elde ettiğini sormaya başlar. Tolle’nin yanıtı kısadır: “Ona zaten sahipsiniz”.

Kitap, Tolle’ye spiritüel bir öğretmen olmanın yolunu açan bu tür sorular ve onun verdiği yanıtlardan oluşuyor. Kitabın varoluşa dair geniş bir yelpazeye yayılan içeriği, şimdide olmak ya da daha doğru bir ifadeyle mutlak bir mevcudiyet hali içinde olmak merkezinde kurgulanmış. Geçmişte ya da gelecekte değil de tam olarak şimdide olmanın önemi, spiritüel boyuta geçmenin anahtarı olmasından, ‘şimdi’nin ‘tezahür-etmemiş-olan’a girmek için ana kapı olmasından ileri geliyor. Tolle kitabında insanın bu şekilde ‘var’lıkla bağlantıda olmasının muazzam sonuçlarını ve bu bağlantının kopmasının yarattığı ıstırabı bir arada ele alıyor. Zen geleneğinden tasavvufa, Hristiyan mistiklerden psikologlara kadar çeşitli kaynaklara yer yer atıf yapılmakla birlikte, kitap zihinsel kaynaklı değil. Kitabın okuyana verdiği güzel hisse bakılırsa, içerdiği bilgi başka tür bir kaynaktan akıp gelmekte.
‘Şimdi’nin Gücü’ en sevdiğim kitaplar arasında yer alıyor. Kitaplığınızdan eksik etmeyeceğiniz bir klasik.

Şimdi’nin Gücü Uygulama Kitabı

Eckhart Tolle, asıl kitaptaki uygulamaları ön plana çıkarttığı bu kitabın, oradaki öğretiyi yoğun bulanlar için giriş kitabı niteliğinde olduğunu söylüyor. Kitabın sunuş kısmını ve önsözünden bazı kısımları aktarmayı yeterli görüyorum:

“Özgürlüğün başlangıcı sizin “düşünen” olmadığınızı idrak etmektir. Siz, düşüneni izlemeye başladığınız anda, daha yüksek bir bilinç düzeyi harekete geçer. O zaman, düşüncenin ötesinde engin bir zekâ âleminin bulunduğunu, o düşüncenin o zekânın sadece minicik bir veçhesi olduğunu fark etmeye başlarsınız. Ayrıca, gerçekten önemli her şeyin - güzellik, sevgi, yaratıcılık, sevinç ve iç huzurunun – zihnin ötesinden kaynaklandığını da fark edersiniz. Böylece uyanmaya başlarsınız.”

11 Mart 2017 Cumartesi

Sezgiler, Bilinçdışı ve Özgür İrade

Schopenhauer, “İnsan pekâlâ istediğini yapabilir ama istediğini isteyemez.” derken haklı mıydı?

Hayatımız boyunca irili ufaklı birçok karar veriyoruz. Peki, hangileri lehimize sonuçlanıyor?

Sezgilerimiz doğrultusunda verdiğimiz kararlar  yoksa bilinçli bir düşünme eylemi sonucunda verdiklerimiz mi?

Karar vermemiz gereken durumlarda dikkate alacağımız ölçüt sayısı nispeten az ise, bilinçli düşünme yoluyla rahatlıkla doğru kararı verebiliyoruz. Fakat bilimsel araştırmalar, çok sayıda ölçütün göz önünde bulundurulması gereken durumlarda sezginin en güvenilir rehber olduğunu gösteriyor.

Bilinçli düşünme eyleminden sorumlu beyin korteksi en fazla 40 ila 60 uyarımı işleyebilirken, bilinçdışında beyin 11 milyon uyarımı işleyebiliyor. Bu, muazzam bir kapasite farkı. Bilinçdışı, biz farkında olmadan pek çok bilgiyi kaydediyor, depoluyor ve değerlendiriyor. Kaydettiği olayları önemli ve önemsiz, olumlu ve olumsuz olarak sınıflandırıyor ve bu bilgilerden yola çıkarak saliseler içinde kararımızı etkileyen sezgisel öneriler üretebiliyor. Elbette karar verilmesi gereken duruma benzeyen geçmiş deneyimlerimiz olması şartıyla.

Yeni ve karmaşık olmayan durumlarda ise düşünerek karar vermek, daha isabetli karar verilmesini sağlamanın yanı sıra kendimizi daha iyi hissetmemizi de sağlıyor. Argümanları derlemek, gözden geçirmek ve karşılaştırmak kendimizi güvende hissetmemizi sağlıyor. Ancak sağlıklı hükümlere varmak için ön koşul, elimizdeki verilerin doğru olması. Mühim gerçekleri gözden kaçırır, yanlış değerlendirir ya da göz ardı edersek enine boyuna düşünerek de doğru karar veremeyiz.

Bir de seçeneklerin bize başkaları tarafından sözlü bir çerçevede sunulduğu durumlar var. Bize seçenek sunulurken kullanılan dil, kararımızı etkiliyor. Teklifin içerdiği bilgi aynı olmasına rağmen, dile getiriliş biçiminde olumlu ya da olumsuz ifade kullanılıyor olması bizi yönlendirebiliyor ve kararımızı etkiliyor. İşte bu ‘çerçeveleme etkisi’, bilinçli düşünmeyle verdiğimiz kararlarda dahi farkında olamadığımız süreçlerin varlığını gösteriyor.

Diğer yandan karşılaştığımız durumlar çoğu zaman sandığımızdan daha karmaşık. Birçok şeyin diğer birçok şeyle bağlantılı olduğunu yadsıma eğilimindeyiz. Seçenek bolluğu, yanlış karar vermiş olmak şüphesini artırarak mutluluğu azaltıyor. Özellikle mükemmeliyetçiler, aldıkları karardan bir türlü mutlu olamıyorlar. Bu gibi durumlarda düşünme sürecini kısıtlamak ve kararı uygulamadan önce bir gece uyumak iyi bir strateji. Konu üzerinde bilinçli düşünmenin bir kenara bırakıldığı bu sürede bilinçdışı bilince göre muazzam ölçülerdeki kapasitesiyle veriyi işler ve sabahleyin kararı bir his olarak bildirir.

Peki, kararlarımızı edinimlerimizden, güdülerimizden ve her türlü etkiden özgür verebiliyor muyuz? Araştırmacılar, aslında her durumda son sözü bilinçdışının söyleyip söylemediğini tartışıyor. Bu bağlamda “irade özgürlüğü” de tartışılan bir konu haline geldi. İnsanın özgür iradeye sahip olduğu düşüncesi yararlı bir düşünce çünkü aksi takdirde yapıp etmelerimizin bir anlamı kalmaz, sonuç hiç değişmezdi. Ama bakın Schopenhauer ne demiş: “İnsan pekâlâ istediğini yapabilir ama istediğini isteyemez.”!!!

Bu kadar kesin bir yargıya varmak mümkün gözükmese dahi, yine de bilinçdışının kararlarımızda çok büyük bir etkisi olduğu açık. O halde yapacağımız ilk iş orada birikmiş travmaları temizlemek ve böylece bizi bekleyen ruhsal hediyelere ulaşmak olmalı, öyle değil mi?  Bu sayfalarda yer verdiğimiz nefes gibi, şaman yolculuğu gibi ya da meditasyon gibi size yakın gelen herhangi bir teknikle bu mümkün.

Sezgilerinize kulak verin; sonuçta bilinçdışında buna karar verdiniz bile! J

23 Aralık 2016 Cuma

Meditasyon (Cristophe André)

Her gün oyuna katılmamız için bizi kışkırtan çok yoğun bir gündemin bombardımanı altında kalan zihnimiz muhtemelen hiç susmuyor, öyle değil mi? Zihnimizi sakinleştirmek, özümüzle yeniden bağlantı kurmak ve içsel rehberliğimizi duymak hepimizin hayrına. Sanki potansiyelimizi ortaya çıkarmak için zorlanıyoruz. Belki de doğum sancıları çekiyoruz. Yani zihnimizi sakinleştirmek, gündemden kaçarak, kafamızı kuma gömmek anlamına gelmiyor. Olan bitenin farkında olmak, yapılması gerekeni berrak bir şekilde görebilmek ve yapmak için meditasyon ve diğer spiritüel uygulamaların bize sağlayabileceği dinginliğe ihtiyacımız var. 
Bakın, çeşitli kanallarla iletişime kendini açanlara ulaşan bilgi, her şeyin bir süre daha kötüye gideceği ama daha sonra aydınlığın egemen olacağı yönünde. Bunun biraz da bizlerin iradesine ve çabasına bağlı olduğundan bahsediliyor. O yüzden, gelin bütüne katkımız endişe ve karamsarlık olmasın. Farkındalık, dinginlik, berraklık ve kararlılık olsun.
Meditasyon, bunu ve elbette daha da fazlasını sağlayacak yollardan birisi. İşte bunun için çok sevdiğim bir kitabı önermek istiyorum. “Meditasyon – Sanatla Farkındalığa Ulaşmak İçin 25 Ders” son zamanlarda rastladığım en özenli spiritüel kitaplardan biri. İçeriğiyle olduğu kadar baskısıyla, çevirisiyle ve sayfa düzeniyle gerçekten çok sevdiğim ve dostlarıma hediye ettiğim bir kitap oldu.
Türkçe’deki diğer kitaplarından tanıyor olabileceğiniz Psikiyatr Cristophe André, bu kitapta yağlıboya resimlerle meditasyona ilişkin kavramları birbiriyle ilişkilendirerek anlatıyor. Her bölümde bir resim var ve yazar önce resmi yorumluyor. Daha sonra da resmin konusunu üzerinde duracağı kavramla ilişkilendirerek esas anlatmak istediği konuya giriş yapmış oluyor. Konuyla bağlantısı kurulduktan sonra, bir kez daha baktığınızda o eseri daha derin bir şekilde takdir etmenin verdiği tatmin duygusu bile bu kitabı edinmek için tek başına yeterli. Kaldı ki bölümler (dersler) halinde aktarılan içerik harika. Kitabın sonunda yönlendirmeli meditasyon kayıtları içeren Türkçe seslendirilmiş CD de cabası.
İşte size kitaptan küçük bir örnek:





“Zavallı adam! Ne kadar da üzgün ve dertli görünüyor. Bitkin, yıpranmış. Anlamaktan ya da harekete geçmekten vazgeçmişe benziyor. Bir de üstelik kafası pencereye sıkışmış gibi tuhaf bir izlenim veriyor…
Sanki dünyada neler olup bittiğini birazcık görebilmek, kafasını biraz dağıtabilmek, aklındaki üzücü kuruntulardan biraz olsun çıkabilmek için dışarıya bakmak istemiş. Ama işte şimdi orada sıkışıp kalmış edilgen, acı içinde. Bakışı hiçbir şey görmüyor, hiçbir yere bakmıyor. Bakışını dışarıya değil, içeriye çevirmiş. Kafası gibi bakışı da içindeki acı ve kederin arasına sıkışıp gömülüp kalmış. Kimi zaman böyle kendi düşüncelerimizin tuzağına düşeriz işte. O da pencerenin taştan çerçevesinin katılığına, tahtanın, camın ve madenin sertliğine hapsolmuş. Tıpkı kuruntularımızın katılaştırdığı dertlerimizin bizi hapsettiği gibi. Sanki bu göz yanılması bize diyor ki: “Gör! Düşünce ve kuruntularının farkındalığını nasıl aldatabildiğini gör. Eğer kendini onlara bırakır, onların içine kapanır, onları beslersen onlar da gerçekmiş gibi sağlamlaşırlar. Eğer onlara karşı kendini korumazsan seni hapsederler.”
Kendi kendini üreten bu eziyetlerden nasıl kurtulmalı? Kimi zaman kendi kendimizi içine hapsettiğimiz zihnimizin bu tuzaklarından nasıl çıkmalı? Acaba çözüm, pencerenin kenarında duran o küçük şişeciğin içinde mi bulunuyor? Orada sihirli bir iksir mi var? Peki öyleyse, ona nasıl ulaşabiliriz?”

Alın, okuyun, seyredin, dinleyin, sevdiklerinize hediye edin…ve meditasyon yapın.


26 Haziran 2016 Pazar

Geçmiş Şimdi Olduğunda (Dr. David Richo)

Bildiğiniz gibi, bilinçdışında zaman mevhumu yok. Diğer yandan tüm deneyimlerimiz, korunma amaçlı subjektif çıkarımlarla birlikte, orada depolanıyor. Bilinçdışı bir türlü çözemediğimiz konulara ilişkin tekrarlayan temalarla karşılaştığı zaman kalıplaşmış “eski” (aslında bilince göre eskide kalmış, bilinçdışında ise aktif) bir şablonu “yeni” duruma uygulama eğilimini gösterebiliyor. Gördüğünüz gibi ortada yeni bir durum yok, aynı yaşantıyı tekrar tekrar oynuyorsunuz adeta. Mitolojik bir işkence gibi.
Yansıtma mekanizmasını hepimiz biliriz. Duygularımızı asıl muhatabımıza değil de bir başkasına yönlendirdiğimiz durum. Bu kitapta yansıtma mekanizmasından bir parça daha karmaşık olan aktarma mekanizması anlatılıyor. Aktarma mekanizmasında geçmişte sorun yaşadığımız insanların rollerini farkında olmadan hayatımıza yeni giren insanlara yüklüyoruz. Tabi biz de geçmişteki rolümüze bürünüyoruz. Ve güya eskide kalan ilişki kalıbını yeni bir aktörle karşı karşıya geçip oynuyoruz.
Hepimiz sözde eski hatalarımızdan ders alıp bunları tekrar etmemeye çalışırız. Hayatımıza giren yeni insanlarla, rutin sorunlarımızı yaşamamayı umarız ama daha kudretli olan bilinçdışı, eski ilişki modelini olduğu gibi, sonuçlarıyla birlikte aktarabiliyor. Ve koca bir hayat böyle geçip gidebiliyor.
Çözüm her zaman olduğu gibi farkındalığımızı artırmak, neyi niçin yaptığımızı sorgulamak. Böyle yapmadıkça esas problemimizi çözemez ve aynı temaları tekrar eder dururuz.
Dr. David Richo’ya göre insanın gerçek benliğiyle anda olarak iletişim kurabilmesi için üç şeyden;  egodan, aktarımdan ve karanlık yanlarından bağımsız olması gerekiyor.
Peki, bunu nasıl anlayabiliriz? Richo şu formülü veriyor:
Eğer birisiyle ilişkinizde, “nasıl yapar?”, “onun ne haddine”,“o da kim oluyor” diye düşünüyorsanız, ego devrededir. ‘O kendini bişey zanneden hadsize haddini bildirirsek’ belki ilk anda iyi gelir ama esas sorunu çözüp ilerlememize de engel olur.
“Acaba ben de mi böyle yapıyorum” diye düşünüyorsanız, karanlık yanınızı sorguluyorsunuzdur. Karanlık yanınızı kucaklamakla sonuçlanacak bir süreç geçirirseniz bu hiç de fena bir şey değildir. Ama bir öncekinin tersine bu kez de tüm suçu kendinize yöneltip kendinizi suçlu ve değersiz hissediyorsanız bu bir kucaklaşma olmuyor.
“Annem/babam/eski eşim/eski arkadaşım….. da tıpkı böyle yapardı” diyorsanız, aktarım yapıyorsunuzdur. Çözmeniz gereken temel bir sorununuz var. Çözmedikçe aynı sorunu yaşamaya devam edeceksiniz.

Richo’ya göre ancak bu üçünden de bağımsızsanız, andasınız ve gerçek benliğinizle iletişim kuruyorsunuz. Bu farkındalığa erişmedikçe, aynı rolü tekrar tekrar oynarken aslında yeni bir şey yaşamıyor ve zamanda ilerlemiyorsunuz…

24 Nisan 2016 Pazar

Ruhların Yolculuğu (Dr. Michael Newton)

Ölümden sonra neler oluyor? Aslında soru şöyle olmalı: Yaşamlar arasında neler oluyor?

Belki de en büyük içsel devrim, ölümün bir son olmadığını kabul etmek olmalı. Belki hayatını cennet ve cehennem tasvirlerine göre yönlendirenler için gerçeğin biraz farklı olduğunu anlamak da benzer etkiler yaratabilir.  Çünkü korku ve tedirginlikle hareket etmek en büyük zaaflardan birisidir. Birçok korkunun temelinde de ölüm korkusu yatıyor. Tanrı ile Sohbet kitabından hatırlarsınız, aslında merak edilmesi gereken öte taraf değil. Zaten oradan geliyoruz. Aslolan hayat. Aslolan şimdi ve burası. Yine de eğer korkumuz varsa aşmak, işimizin korku ile değil sevgi ile ilgili olduğunu bir daha hatırlamak, hayatı dolu dolu yaşamak için ölümün ve sonrasının irdelenmesinde yarar var. Dolayısıyla hayır, ölümle birlikte her şeyin bitmediğini kabul edip ölüm gerçeğinden kaçınıyor olmak gibi bir açıklama da çok basit kaçar. Yerdeniz Büyücüsü’nün dediği gibi, ölümü reddeden hayatı reddeder. Bunun bilincinde olarak hayata, şimdiye ve buraya odaklanmamızı sağlayacak şekilde eğilmeliyiz bu konuya. Newton’a göre bir gün hepimiz bu uzun yolculuğu bitireceğiz ve nihai bir aydınlanma haline ulaşacağız, öyle ki orada her şey mümkün olacak. Ama yol uzun. Kitabı okuyunca göreceksiniz ki tekâmül her aşamada devam eden bir süreç.  Kısa vadede bitecek gibi görünmeyen, ölümden sonra da geldiğimiz bilinç düzeyine göre, grubumuzun, rehberlerimizin eşliğinde devam eden bir süreç. Anlayacağınız kaçış yok! Derslerimizi alacağız, dönüşeceğiz, tekâmül edeceğiz. Öyle ya da böyle J. Bunu şimdi, burada yapacağız. Newton’ın kitapları bunun için önemli.

Michael Newton, regresyon uyguladığı çok sayıda danışanının ortaklaşan anlatımlarından, bir yapbozun parçalarını tamamlar gibi, “yaşamlar arası yaşamın” kapsamlı ve ayrıntılı bir tasvirini sağlıyor bizlere. ‘Karşılama’dan yeniden doğuma kadar tüm aşamalar, kurumlar, ruh grupları, rehberler... Anita Moorjani’nin o çok zevkli kitabında anlatılandan daha kapsamlı ve daha ayrıntılı bir içeriğe sahip. Yalnız spiritüel kitaplarda yaşadığımız genel sorun bu kitapta da söz konusu, dili ve çevirisi daha iyi olabilirdi demekten kendimi alamıyorum.


Almışken, ‘Ruhların Kaderi’ kitabıyla birlikte almanızı öneririm. ‘İkinci Yaşamın Sırrı’ kitabı da Newton Enstitüsünde çalışan diğer terapistlerin vakalarından derlenen, regresyon terapisiyle hayatını dönüştürmüş kişilerin hikâyelerini aktaran bir kitap.

3 Nisan 2016 Pazar

Baştan Çıkaran İkili: Korku ve Endişe

Şiddetin dozu ülkemizin yakın tarihindeki en kötü dönemleri aratmıyor. Haksız yollarla haklılığı tartışma götürür hedeflere ulaşılacağı zannedildi. Kötülük kötülüğü, şiddet şiddeti doğurdu. Aşılmaz denen sınırlar aşıldı. Ölüm burnumuzun dibine kadar sokuldu. Ve henüz dibi görmemiş olabiliriz. Keder, öfke, korku, endişe ve umutsuzluk için ne kadar elverişli bir ortam değil mi?…

Son saldırılarda aramızdan bazı yakınlarımızın ayrılmış olması kuvvetle muhtemel, yolları ışıkla dolsun. Onlar ikilikten sıyrıldılar, deneyimlerinin değerlendirmesini yapıyorlar şimdi.

Peki bizler? Geride kalanlar için hayat devam ediyor. Ama nasıl?

Dünyaya korku ve paranoya dolu bir deneyim için gelmemişsek (!) ya da böyle bir eziyeti özgür irademizle tercih etmiyorsak (!) korkuya kapılmaktan imtina etmeliyiz.  

Ancak beş duyuyla algıladığımız bu âlem çok ayartıcı değil mi? Enerji fırtınalarının cazibesine kapılmamak gerçekten güç olabiliyor. Son dönemde geldiğimiz şu durumu bir kenara koyalım, her şeyin göreceli olarak güllük gülistanlık olduğu durumlarda bile kendimize korkacak bir şey bulmak hiç zor olmuyordu: Kimyasallar, elektro manyetik dalgalar, allerjenler, kanserojenler, hormonlar, toksik maddeler… Az çok gerçekliği olan korku kaynakları yine bir kenarda dursun, komplo teorileri ve kitlesel paranoyalar da her an tanrısal özünü unutmaya meyilli olan bizlerin hizmetindeymiş gibi görünüyor.

Malumunuz, ruh, deneyimlemek ister. Deneyimlerimizi yaşadığımız bu âlem ise zıtların birliğiyle anlam kazanıyor. Algılarımız bu zıtlıklar üzerine kurulu olsa da aslında ruh için iyi ya da kötü deneyim yok, sadece deneyim var...

Yine malumunuz, yaşayacağımız deneyimlerin bir amacı var. Doğmadan önce ana hatlarıyla karar verdiğimiz bir yaşantıyı sürdürüyoruz. Özgür irademizle bu deneyimler karşısında belli bir tavır alıyoruz (ya da tutum geliştiriyoruz veya kararımız doğrultusunda eyleme geçiyoruz). Bu deneyimleri kendi ellerimizle hazırlamışızdır. Nihayetinde dünya, karşısına geçtiğimiz bir aynadır. Amacımız bu deneyimlerin içimizde tetikleyeceği enerji patlamalarını yönetebilir hale gelmektir; içsel değişim ve dönüşümdür, tekâmüldür.

Yapılması gerekeni sakince ve sevgiyle yapar hale gelene kadar, farklıymış gibi görünen ama aslında benzer temalı deneyimleri yaşayıp dururuz. İşler sürekli daha ‘kötü’ye gider gibi görünürken, deneyimler biçimsel olarak çok çeşitli olabilir, her deneyimde olgunlaşmanın sonucu ve yapılması gerekenler de farklı olabilir. Bazen eylem, bazen eylemsizlik… Her şeyin bir oyun olduğunu unutmadan, sevgiyle gerekeni yapar hale gelmektir amaç.

Sonuçta, korkuya gereğinden fazla rağbet etmemeliyiz. Sosyal ilişkilerimizde onu paylaşarak çoğaltmamalıyız. Dahası, içimize dönerek korkumuzun kaynağını aramalıyız. Kolayca endişeye düşüyor, korku tüketmeye eğilim duyuyorsak hemen diğerlerini de işe katmak yerine mesela dünyanın güvensiz bir yer olduğuna dair inancımızın kökeninde ne yatıyor, onu aramalıyız. Böylece kurban rolünden bir ölçüde sıyrılmanın da yolu açılacaktır. Ne de olsa bizim işimiz korkuyla değil, sevgiyle… Ve ‘bulanmadan akmak ne hoş’, öyle değil mi?

Yapabiliyor muyuz?...   





*Bu yazıyı, çocuk istismarı vakaları birbiri ardına ortaya çıkmadan önce, ölüm korkusu temelinde yazmaya başlamıştım. Ülkemizde cinsel enerjinin yönetimi de henüz halledemediğimiz, çok büyük bir sorun.  Kabul edilemez usuller tarihimizde var olduğu gibi, günümüzde de yaygın. Sadece yokmuş gibi yapıyoruz. Fakat bizi tekâmüle zorlayan süreçler iyice hızlandı. Yokmuş gibi yaptığımız karanlık yönlerimizle milletçe yüzleşebilmemiz için çözmemiz gereken sorunlar gözümüze sokuluyor adeta. Bu roller de çok zor, oynayan tüm ruhlara selam olsun. Toplu ölümlerle sarsılmış ve korkuya kapılmışken, bu kez de riyakârlığa ve canavarlığa duyduğumuz öfke ve tiksinti duygusuyla karşı karşıyayız. Korkudan öfkeye, belki oradan tekrar korkuya, endişeye ya da umutsuzluğa sürükleyecek deneyimler peşi sıra gelecek gibi görünüyor. Fakat yazının mesajı aynı kalıyor…

27 Şubat 2016 Cumartesi

Şamanın Kozmik Dünyası (Nilgün Arıt)

Mayalar, bugün kullandığımızdan daha doğru bir takvim geliştirmiş, mimaride, yazılı kültürde, matematik ve astronomide çok ileri düzeylere gelmiş bir uygarlıktı. Ne var ki, İspanya’nın, Latin Amerika’da ‘bulduğu’ kaynakları tek başına sömürebilmek adına başarılı bir şekilde uyguladığı yanıltmanın etkileri günümüzde de sürüyor. Bu uygarlığı pek tanımıyoruz, diğer uygarlıklardan farklarını pek bilmiyoruz. Popüler kültürün dikkatine 2012’den hemen önce dünyanın sonunun geldiği yönündeki ‘kehanetleriyle’ gelen Maya uygarlığı bunu hak etmiyor. Tüm bu yanıltmayı ve korkuyu bir kenara bırakırsak çok farklı bir uygarlıkla ve dahası, kadim bilgelikle karşılaşıyoruz.

Türkçede, Maya uygarlığının kozmik bilgeliğine ilişkin, bu bilgeliği yerinde yaşayarak öğrenmiş birinin yazdığı kitaplar var. Nilgün Arıt,  Maya Şamanizminin o zamanlardan günümüze el verme yoluyla ulaşan bilgeliğinin uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda inisiye olmuş bir temsilcisi. Başlığa bir tanesini aldığım kitaplarının yanı sıra, daha geniş kapsamlı ve uygulamalı bilgileri Türkiye’ye gelerek verdiği seminerlerde aktarıyor ve seminer katılımcılarına ilk şaman yolculuklarını yaptırıp, rehberlik alabilmelerinin yolunu da açıyor.

Kitaplarının zengin içeriğini keşfetmeyi sizlere bırakıp, şaman yolculuklarından kendi deneyimim doğrultusunda biraz bahsetmek istiyorum. Şaman yolculuklarının diğer uygulamalardan en önemli farkı, olağan ve olağandışı bilinç hallerinin aynı anda deneyimlenmesi. Aynı anda ya da bir arada demek bile garip oluyor çünkü bu, şimdi ve burada iken zamandan ve mekândan bağımsız olduğunuz, bence eşsiz bir deneyim.

Davul sesi eşliğinde çıkılan yolculuklarda kulağınız davulda; kaçırmadan dinliyorsunuz. Dolayısıyla uyanıksınız, şimdi ve buradasınız. Size dışarıdan bir müdahale yok. Yani bu yönlendirmeli bir meditasyon değil. Sadece davulun sesi var. Uzanmışsınız. Gözünüz kapalı. Fakat uykuda da değilsiniz, dolayısıyla bu bir rüya da değil. Beş duyunuzun birden dâhil olabileceği, farklı bir boyuttaki gerçekliği deneyimliyorsunuz.

 Bilinç ve bilinçdışı aynı anda aktif olduğundan, deneyiminizi kısmen yönlendirebiliyorsunuz.  Bazen tümüyle kontrolü ele alıyor, bazen de seyirci konumunda kalıyorsunuz. Burada değinilmesi gereken önemli bir husus var: Gündelik bilinç, aktif durumda olduğu için olan bitene inanmakta güçlük çekebilir. “Hadi canım sende! Ama bu imkânsız?” diyebilir(siniz), “Eee bir şey olmuyor?” diyebilir(siniz), “Ne? Sincap mı yani!” diyebilir(siniz)…Tüm bunlar deneyiminizin akmasını engelleyen unsurlar olabilir. Bakın burası çok ince bir nokta. Denge kavramı öne çıkıyor. Yani tam ve mutlak bir teslimiyet söz konusu değil. Çünkü bu sizi edilgen yapardı değil mi? Diğer yandan gündelik bilincin sabırsızlık, yargılama, etiketleme, sorgulama vb alışkanlıklarını bir kenara koyarken, yine de bilinçli kalmamız, deneyime bu şekilde -farkında kalarak- kendimizi bırakmamız gerekiyor. Üzgün, kızgın, öfkeli isek bu pek kolay olmayacağından bu durumda yolculuklara çıkmak uygun olmayabiliyor. O yüzden sakin ve nötr bir durumda yolculuğa çıkmak da önem taşıyor. İdeal bir yolculuk, bana göre bilinç ile bilinçdışının uyumlu bir dansı gibi. Birbirlerinin ayağına basmadıkları sürece, liderlik birinden diğerine geçerek, deneyim akıp gidiyor.

Yolculuğa çıkmadan önceki niyetiniz elbette ki çok önemli. Sonuçta bir amaç doğrultusunda yolculuğa çıkıyorsunuz. Oldukça net sorulmuş tek bir soru ya da bir talep olabilir… Sorduğunuz sorunun ya da talebinizin karşılanmasında rehberlik edecek erk hayvanları (nagueller), mitolojik varlıklar ya da insan görünümlü rehberler deneyiminizde boy gösterebiliyorlar.

Arıt’ın aktardığına göre, karşınıza yaşam boyu nagueliniz çıkabilir, o her zaman yanınızda olacaktır. Ya da o anki ihtiyacınıza göre farklı nagueller de görebilirsiniz, bunlar sorun çözülene dek görünür ve sonra ortadan kaybolurlar. Rehberiniz insan görünümünde olabilir, mitolojik bir varlık ya da tarihi bir kişilik olabilir. Onlardan istekte bulunabilirsiniz, soru sorabilirsiniz, ya da onlar sizi alıp bir yere götürebilir, bir şey verebilirler, gösterebilirler, söyleyebilirler ya da yapabilirler… hepsi mümkün. Bu arada beş duyu da devrede olabilir. Belki bir tanesi daha öne çıkabilir, ya da beş duyunun ötesinde doğrudan ‘bilebilirsiniz’. 

Sonuçta gördüğünüz (…duyduğunuz, hissettiğiniz, bildiğiniz….) rehberlerin hepsi birer sembol. Naguelleri ele alırsak, sadece o hayvanın karşınıza çıkmış olmasının bile başlı başına sembolik bir anlamı var. Rehberlerin neleri sembolize ettiğini, Nilgün Arıt’ın “Şamanizmde Kutsal Rehberler” kitabında ayrıntılarıyla okuyabilirsiniz. Üstüne de deneyiminizde gelişen olaylar ekleniyor. Bu yaşadıklarınızı ise sizde oluşan hisler ve çağrışımlar yoluyla kendinizi yorumluyorsunuz. Kısacık zaman diliminde çok yoğun bir deneyim yaşanıyor. Bu süreçte önemli bir nokta, bu yoğun deneyimin hemen kaleme alınması. Çünkü ayrıntılar zamanla unutulabiliyor.

Öncelikle davul eşliğinde yapılan bu yolculukların, şamanik uygulamaların sadece bir tanesi olduğunu belirtmekte fayda var. Yolda ilerledikçe doğal olarak daha çeşitli, daha farklı egzersizler veriliyor. Dolayısıyla burada anlattığım yolculuk, sadece bir ilk adım. Buradan sonraysa sınırsız ufuklar önümüzde uzanıyor. Nilgün Arıt’a göre aslında tüm rehberliğe aynı anda ulaşmamızın önünde bir engel yok. Sanıyorum kabul etme ve yorumlama yönünde kendimizi geliştirdikçe, şaman esaslarına uygun bir hayat sürerek, egzersizleri yaparak sezgilerimizi güçlendirdikçe alacağımız rehberliğin de sınırları giderek genişliyor.


Nilgün Arıt’ın mevcut kitaplarını Maya Şaman İnancı – Şamanın Kozmik Dünyası – Şamanizmde Kutsal Rehberler sırasıyla okuyabilirsiniz. Belirttiğim gibi, Türkiye’ye gelerek verdiği seminerlere katılabilir ve ilk yolculuklarınızı yapabilirsiniz. Yolunuzda bu varsa, adım adım ilerleyen bir yapıda kurgulanmış seminerlerde gelişen ve çeşitlenen deneyimlerle ilerlemeniz mümkün.