Sayfalar

30 Kasım 2014 Pazar

Algının Kapıları (Aldous Huxley)

"Uygun mu?" diye sordu biri. "Ne uygun ne de değil," diye karşılık verdim. "Yalnızca olduğu gibi."

‘Cesur Yeni Dünya’ kitabından tanıyor olabileceğiniz Aldous Huxley, ruhsal konulara da ilgi duymuş, Upanişadlarla haşır neşir olmuş ve meditasyon gibi çeşitli uygulamalar da yapmış. Tüm geleneklerin mistik temsilcilerinde ortak bir felsefenin izini süren Kadim Felsefe kitabını da 1945 yılında kaleme alan Huxley, 1950’lerde şaman pratiklerinde kullanılan bir kaktüsün etken maddesi üzerine yürütülen psikiyatrik araştırmalardan haberdar olunca, denek olmak istemiş. ‘Zihninin bilincini kısıtladığına inanan ve gerçeği arayan biri olarak bu deneyle daha yüksek bir farkındalık düzeyine erişip ruhsal aydınlanmaya yakınlaşmak umuduyla’ yapmış bunu.

Sonuçta deney Huxley’nin evinde gerçekleşmiş. Deney sırasında araştırmacı, sorular sorarak Huxley’i yönlendirmiş. Müzik dinlenmiş, bahçede gezintiye çıkılmış, yemek yenmiş… İşte Algının Kapıları, Huxley’nin yaklaşık 8 saat süren bu deneyde yaşadıklarını, hissettiklerini ve düşündüklerini çok güzel bir şekilde aktardığı küçük bir kitap. Huxley olağandışı bilinç hali deneyimini klasik tablolara, ressamlara, mistiklere, filozoflara, kendisine dinletilen müzik eserlerine, bestecilere… vs atıfta bulunarak zengin bir şekilde aktarıyor.

Huxley daha sonraları birkaç defa daha deneye katılmış ancak bilimsel toplantılar haricinde bununla ilgili konuşmamış. Yalnızca ilk deneyi birlikte yaptıkları ekibin başına yazdığı bir mektupta,  sonraki deneylerden çıkardığı sonucu aktarır: “Sevginin birincil ve temel evrensel gerçek olduğuna dair içten gelen, dolaysız ve bütünsel bir farkındalığı deneyimledim. Ben bu gerçektim; ya da şöyle demek daha doğru olur belki, bu gerçek varlığımı kaplamıştı. İlk deneyde dikkatimi tümüyle kendine çeken şeylerin aslında ayartıcı şeyler olduğunu seziyordum – merkezdeki gerçekliği bırakıp, güzelliğin ve sığ bilginin yanlış ya da en azından eksik ve kısmi Nirvanalarına kaçmak için ayartıcı şeyler”.

Huxley’nin kitapta aktardığı kuramlardan birine göre, her birimiz ‘Özgür Zihin’i içimizde taşıyoruz. Fakat hayvansal niteliklerimiz nedeniyle her durumda yaşantımızı sürdürmek zorundayız. Bunun için de Özgür Zihnin kapsamının beyin ve sinir sisteminin kısıtlayıcı kapısından süzülmesi –indirgenmesi- gerekiyor. Bu kapıdan geçip bize ulaşabilenler, bilincin ancak gezegenimiz üzerinde yaşabilmemiz için gereken değersiz bir sızıntısından ibarettir. Çoğunluk, bu indirgenmiş bilincin tek bilinç düzeyi olduğuna inanmış durumda olsa da bazı kişiler kısıtlayıcı kapıyı aralayacak niteliklere doğuştan sahip olabilirler. Benzer nitelikler başkalarında da -geçici olarak- ya kendiliklerinden ya da kişinin kendi isteğiyle uyguladığı spiritüel eğitim, hipnoz ve türlü maddeler yoluyla kazanılır. Diğer yandan sürekli ya da geçici bu nitelikler Özgür Zihin’in kapsamını dışarıda bırakan kısıtlayıcı kapıyı aralasalar da tamamen ortadan kaldıramazlar. Yine de kısıtlanmış kişisel zihinlerimizin gerçeklik olarak benimsediği biyolojik yaşamımızca yararlı unsurları bir ölçüde aşmamıza yardımcı olurlar. Özgür Zihnin kapsamına bir ölçüde ulaşabildiğimiz bu anlar olağanüstü deneyimler yaşatacaktır.

Stanislav Grof’un ‘İmkânsız Gerçekleştiğinde’ kitaplarında 1950’lerdeki bu sanrılandırıcı tedavi dönemini ve deneylerini okuyabilirsiniz. Grof’un diğer geleneklerden derleyerek geliştirdiği Holotropik Nefes Çalışması, benzer deneyimlerin sadece nefesle yaşanabilmesini sağlar. Bunların yanında hipnoz, meditasyon, EMDR gibi yollar da mevcuttur. Deneyimlerimden hareketle, tüm bu yollara da ihtiyaç duyulmayabileceğini, bazen sadece izin vermenin yeterli olabileceğini belirtmek isterim. Araç değil, amaç önemlidir. Özgür Zihnin kapsamına bir ölçüde ulaşabildiğimiz anlar olağanüstü deneyimlerle dolu olabilir, fakat amaç bu da değildir. Huxley’e bir daha kulak verirsek: “İlk deneyde dikkatimi tümüyle kendine çeken şeylerin aslında ayartıcı şeyler olduğunu seziyordum – merkezdeki gerçekliği bırakıp, güzelliğin ve sığ bilginin yanlış ya da en azından eksik ve kısmi Nirvanalarına kaçmak için ayartıcı şeyler”.


Kitap, adını William Blake’in ‘Cennet ve Cehennemin Evliliği’ eserindeki “algı kapıları temizlenseydi her şey insana olduğu gibi görünürdü, sonsuz.” sözünden alıyor. Ve belki ‘temizlenecek’ bir şey de yok!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder