Sayfalar

15 Kasım 2015 Pazar

Siddharta (Herman Hesse)

“Gerçekte bilgeliğin ne olduğu, uzun arayışlarıyla neyi amaçladığı konusunda bir sezgi Siddharta’nın içinde yavaş yavaş tomurcuklanıyor, yavaş yavaş olgunluk kazanıyordu. Bu, her an, yaşamın ortasında birlik düşüncesini düşünebilme, onu hissedebilme ve nefesle içine çekebilme konusunda ruhta var olan eğilimden başka bir şey, bir yetenekten, gizli bir hünerden başka bir şey değildi. Yavaş yavaş bu sezgi Siddharta’nın içinde tomurcuklanıyor, Vasudeva’nın yaşlı çocuk yüzünde ışıl ışıl yansıyordu: Uyum, dünyanın ezeli ve ebedi mükemmelliğinin bilinci, gülümseme, birlik.”

Siddharta, Herman Hesse’in tüm öğretilerin ortak yanlarını nefis bir üslupta ve nefis bir hikâye örgüsünde harmanladığı küçük, klasik bir kitap.

Hesse, Siddharta’nın öz benliğini ararken geçtiği yollar ve vardığı sonuçları anlatırken, çilecilik, (yapay) riyazet, kendini yaradana daha yakın görenlerin kibri, dünyevi bağlar, öğretiler ve gerçek öğretmenler, (gerçek) terk, niyet, alma-verme, bolluk, ıstırap, kabul, ölüm, yeniden doğum ve huzur gibi birçok konuyu ve hepsinden ötesini örtülü olarak ele alıyor.

Daha ilk gençliğinden itibaren manevi bir eğitime tabi tutulan Siddharta, “yüreğinde akan o gerçek, ilk pınarı” bulup özümsek için tabi olduğu şekilci eğitimi ve baba evini terk ederek çilecilere karışıyor. Fakat dünyaya tümüyle dalıp çıkmadan gerçek bir terk haline gelinemeyeceğini anladıktan sonra bambaşka bir hayata yöneliyor. Tabi, yolculuğu burada bitmiyor. Siddharta’nın yolculuğunda belki de en öne çıkan unsur, onun herhangi bir öğretmene tabi olmayı kabul etmeyip, karşısına çıkan Buddha’yı dahi bırakıp yoluna devam etmesi.  Nihayet, bir ırmağın öğretisine kendini bırakıyor.


Nobel ödüllü yazarın okudukça insanın içini esenlik duygularıyla dolduran bu kitabını henüz okumadıysanız kaçırmayın.

11 Ağustos 2015 Salı

Yüreğime Yolculuk (Anita Moorjani)

İnsanların ölüm fikriyle ilişkisinin -açıkça ya da gizlice- korku temelli olduğunu düşünüyorum. Belki de ölümden sonra ne oluyor diye soracağımıza, ölümden önce kayda değer bir şey oluyor mu diye sormalıyız J Ama yine de soralım: Ölünce ne olur?
Okuduklarıma göre, fiziksel bedenin sınırlarını aşan, başka bir varoluş haline geçeriz. Zihnin kısıtlayıcı kalıpları terkedilmiştir. Dünyevi dert ve tasalar uçup gider. Beş duyunun ötesinde algılar açılır, saf biliş haline geçilir. Tarifsiz bir hafiflik eşliğinde koşulsuz sevgi deneyimlenir. Hatta sevgi olunur. Dünyevi bağlardan özgürleştikçe esenlik duygularıyla dolup taşan bilinç genişler, zaman ve mekân sınırları da ortadan kalkar… Geçici bir süre, ölümden sonrasına ilişkin koşullanmalarımız doğrultusunda sanal bir gerçeklik yaratıp onu deneyimlememiz de mümkün ama önünde sonunda bu yanılgılı hal de ortadan kalkar. Nihayetinde tüm varoluşla bir olma deneyimi yaşanır. Bunun son noktası, hala ikiliği çağrıştıran ‘bir olma’ deneyimini de aşarak mutlak tekilliğe ulaşmaktır. Bu nokta hiçliktir. Bilen anlatamaz, anlatan bilemez…
Kulağa güzel geliyor değil mi? Ama öyle diye ölmeyi isteyecek değiliz… Çoğumuz içten içe ‘yuvaya dönmeyi’ ister ve yüzeyde istemiyor gibi görünse de bu dünyadan ayrılmanın koşullarını yavaş yavaş yaratır… Fakat kendimize şunu sormamız lazım: Madem böyle apar topar dönmeyi isteyecektik, en başta neden geldik peki? Oysa aslolan hayattır, ruh hayata deneyimlemek için gelir. Ruh yargılamadan, sadece deneyimlemek ister. Beş duyuyla algılamak, fiziksel olarak deneyimlemek… Dahası, bilincin bu ‘olağandışı’ hallerine yaşarken de ulaşmak mümkün… Çeşitli teknikler var… Fakat amaç sürekli bu halleri kovalamak, bu sırada da hayattan elini eteğini çekmek de olmamalı. Gitmeye can attığınız bir tatile sonunda gidip de kafanızı evin fotoğraflarından kaldırmamaya benzer bu. İnsanın aslında sınırsız olan potansiyeline ulaşmaya çalışmak, bunu yaparken bilinci genişletip yukarıda birkaç örneğini verdiğim dönüştürücü deneyimleri yaşamak elbette çok güzel. Amaç, hayatı zenginleştirmek olduğu sürece... Böylesi dengeli bir yaklaşım, bence en güzeli.
Anita Moorjani de, mükemmel bir şekilde aktardığı ölüme yakın deneyimi sırasında işte bu idrake varıyor. Kim olduğu gerçeğini öğrendiği anda kararını yaşamaktan yana kullanıp ‘geri’ dönüyor. Bu bakımdan çok severek okuduğum bir kitap oldu. Moorjani kitapta öncelikle kendisini kansere - ve neredeyse ölüme - götüren olumsuz zihinsel koşullanmaların yıllar içinde nasıl da oluşup perçinlendiğini anlatıyor. O döneme kadarki hayatını ve özellikle yetersizlik inancına ilişkin anılarını içeren bölümleri, mükemmel kapsamı ve anlatımıyla eksiksiz bir ölüme yakın deneyim anlatımı izliyor. Kitabın izleyen bölümlerinde ise, yaşadığı bu doğrudan deneyim sonucunda edindiği bilgiyi ve hayat görüşündeki değişiklikleri paylaştığı bölümler izliyor ki bunlar hiç de sıradan bilgiler ve görüşler değil. Moorjani’nin bu kitapta bize aktardıkları, piyasadaki birçok kitabın aktarmaya çalıştığının çok ötesinde bir derinliğe sahip. 

6 Ağustos 2015 Perşembe

Düşünce Gücüyle Tedavi (Louise Hay)

Tıp dünyasında bir zamanlar mesafeli durulan konulara daha yakından bakılmaya ve araştırmalar yapılmaya başlandı. Örneğin Plasebo (ve tersi, Nosebo) etkisi, öteden beri bilinen ve etkileri yaygın bir şekilde araştırılmakta olan bir fenomen. Araştırmalara göre Plasebo etkisinin ortaya çıkmasında plasebonun verilme anındaki tüm unsurlar rol oynuyor. Mesela etken madde içermeyen bu boş ilaçların, hemşire değil de özellikle beyaz önlüklü bir doktor tarafından verilmesi olumlu etkiyi iki-üç kat artırıyor. Hatta ilaç verilmese bile doktorun varlığı ve gösterdiği ilgi dahi yeterli olabiliyor. Ayrıca plasebonun verilmesi sırasında yapılan açıklamalar da önemli. Örneğin “bir-iki güne iyileşirsiniz” (kesin, olumlu) ifadesi, “sizde bir rahatsızlık bulamadım” (şüpheli, olumsuz) ifadesinden çok daha iyi geliyor[1]. Dekor da önemli: Uygulamanın tıbbi cihazlardan, sağlık personelinden, röntgen filmlerinden ve reçetelerden oluşan bir dekorun bulunduğu hastane ortamında yapılması etkiyi artırıyor. Plasebo araştırmaları alınan boş ilaçların niteliğinin de önemli olduğunu ortaya koyuyor: Enjeksiyonlar haplardan, acı haplar tatlı olanlardan, marka ilaçlar daha az tanınanlardan, çok küçük ya da çok büyük haplar ortalama boy haplardan daha etkili. Hatta ameliyatla iyileştiği yaygın şekilde bilinen bazı durumlarda sahte ameliyatlar, gerçeği gibi etki gösteriyor!
Tıbbi antropologlar, plasebo olsun olmasın, tedavinin bizlerin doktora, tıbba, ameliyata, ilaca, enjeksiyona, ilacın niteliğine… vs yüklediğimiz anlam sayesinde etkili olduğu görüşünde. Tekrar edelim, antropologlar boş ilaç ya da gerçek ilaç fark etmeksizin, iyileştirici etkinin bizim dışsal bir etmene yüklediğimiz anlamla ortaya çıktığını düşünüyor. Aslında insan içinde sonsuz bir şifa potansiyeli barındırıyor. Zihnin ikna olması için gereken ortam ve araçlar sağlandığında bu mekanizma harekete geçiyor. İşte size bilinçte ya da bilinçdışında oluşan zihinsel kalıpların sağlığımız ve aslında genel olarak hayatımız üzerindeki etkisini ortaya koyan bir başka örnek.
Kendisine kanser teşhisi konan Louise Hay, hastalığı yendiği gibi diğerlerine yardımcı olacak kitaplar yazdı, Hay House’u kurarak bu alandaki çalışmalarına devam etti. 1984 yılında yazılan ve sanıyorum 2000 yılında Türkçe yayınlanan Düşünce Gücüyle Tedavi kitabı da, zihinsel plandaki çalışmalar alanında yeni olmasa da en bilinen ve tutulan kitaplardan. Louise Hay kitapta hayatımızda etkili olan olumsuz zihin kalıplarının nasıl farkına varılabileceğini ve olumlularla nasıl değiştirilebileceğini anlatıyor. Kitapta olumsuz kalıplar ve bu kalıpları çözecek olumlamalar aktarılmakla kalmıyor, altta yatan kök nedenler de açıklanıyor ki benim de deneyimlerimde birebir rastladığım nedensellik ilişkileri kitapta var… Louise Hay bu kitabında aynı zamanda olumsuz kalıplarla hastalıkları tablolar halinde eşleştirip şifa getirici olumlamaları bu şekilde de aktarıyor. Konu elbette hastalıklarla sınırlı değil. İş, başarı, bolluk-bereket gibi başlıklar altında konuyu daha geniş çapta da ele alıyor Louise Hay.
Edinilmesi ve okunması gereken temel bir kitap. Yine de çok önemli bir noktayı eklemeden geçemeyeceğim. Zihinsel plandaki çalışmalar çok önemli olmakla birlikte tek başına yeterli olmayabiliyor. Düşünce kalıplarını değiştirmek ve olumlamalar çok önemli olmakla birlikte, hislerin de çalışma yapılan yönde olması gerekli. Bakın araştırmalar, kalpten yayılan elektrik dalgalarının beyinden yayılan elektrik dalgalarına nazaran çok daha güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Aynı şekilde kalbin manyetik alanı, beynin manyetik alanından çok daha güçlüymüş. Yani mesele kalpte bitiyor. Olumlamalarımızı yaparken, kalbimizde korku, endişe veya şüphe varsa o zaman kalbimizdekilerin gerçekleşeceğinden emin olabiliriz. Olumsuz zihinsel kalıplar esenlik dolu bir kalbi bunaltabilir, bu yüzden zihinsel plandaki çalışmanın önemini asla yadsımıyorum. Ama bu ikisinin arasındaki tamamlayıcılığa, hatta kalbin biraz da önde geliyor olmasına dikkat çekmek istiyorum.
Olumlamaları dua gibi düşünebiliriz. Ve en güçlü dua şükretmektir. Olumlamada tarif ettiğimiz durumda olsaydık eğer, nasıl hissedecektik? O hissi uyandırmak ve güçlendirmek kuruya kuruya sözel tekrardan çok daha etkili olacaktır. Bilinçdışının çalışma prensiplerine göre, eğer bir şeyi istersek, isteme durumunda kalacağımızı artık biliyor olmalıyız. Bir şey istemek onun bizde olmadığını ifade etmektir. Gündelik olağan bilinç durumunda zamanı lineer algılıyoruz ancak bilinçdışında tüm anlar “şimdi”de varolur. İstediğiniz şey her ne ise ona sahip olduğunuz an da tüm bu anların içindedir. Kısaca, zaten öylesiniz, o halde şükredin… Ve öyle de hissedin!
Bilinçdışına giden diğer yolları devreye almanın pekiştirici olması da değinmek istediğim bir diğer önemli nokta. Olumlamada tarif edilen duruma ilişkin, görme, işitme, dokunma, koklama, tatma hatta uygunsa hareket gibi duyuları harekete geçirecek imgelemeler de etkiyi pekiştirebilecektir. Nereye vardığımız az çok belli oldu değil mi? İşte size çekim yasası.
İstediğiniz nedir? Şu altın rengindeki kumsallara sahip adalardan birinde tatil yapmak mı mesela? Kendinizi sahilde hayal edin. Denizin tam kenarında, ayaktasınız. Ayaklarınız kuma hafifçe gömülmüş. Kumun güzel hissini tabanlarınızda hissedin. Denizi görün, Deniz ne renk? Kumsaldasınız, ayak parmaklarınızı kumun içinde hafifçe oynatıyorsunuz. Denizden gelen hafif esintiyi burun deliklerinizden içeri çekin. Bakın, güneşin o parlak ışınlarının denizde nasıl oynaştığını görün. Kıyıya hafifçe vuran, ayak parmaklarınıza denizin köpüğünü taşıyan dalgaların sesini, tatlı esintinin ağaçlardaki hışırtısını duyun. Ve işte oradasınız. Orada tatilde olmak sizi nasıl hissettiriyor? O tatmini, o mutluluğu, o coşkuyu hissedin. İçinizdeki bu duyguları, tatmini, mutluluğu, coşkuyu yükseltin, artırın, artırın… Harika… Ve şükredin…Şükredin…Ve bırakın olsun…Ve oldu…
Bundan sonra tüm yapacağınız önünüze gelen fırsatları kaçırmamak olacak.



[1] İfadelerin ‘çerçevelenmesi’ ve genel olarak hipnoz ile ilgili Bülent Uran’ın kitabını okuyabilirsiniz. Kansere yakalandığında kalan ömrüyle ilgili beyaz önlük hipnozunu –nocebo’yu- bozmakla işe başlayan ve kanserin psikolojik sebeplerinin çözülmesine yoğunlaşarak sadece kendi ömrünü değil, daha nicelerinin ömrünü kat kat uzatan David Seban Schreiber’in hikâyesini ve önerilerini içeren Anti-Kanser kitabı da ilginizi çekebilir.

19 Mayıs 2015 Salı

Bir yıl geride kaldı bile...


Rehber Kitaplar bugün 1 yaşına bastı. Tam bir yıl önce bugün, Başlarken... yazısıyla giriştiğim bu zevkli işte, dönüp baktığım zaman yirmi dört yazı yazdığımı, bu yazılarda yaklaşık kırk kitaptan bahsettiğimi gördüm. Daha başlarda yazısını hazırladığım fakat zamanının gelmediğini hissettiğim kitaplar tanıtılmayı bekliyor... Yazmaya niyetlendiğim diğer kitapların listesini de düşününce sanırım bir süre daha buralardayım :)

Kim bilir, belki siz artık okumaktan deneyimlemeye geçmeyi tercih ediyorsunuz, ya da belki de okumaya devam, henüz hazır değilim diyorsunuz.

Her durumda burada yeni kaynaklar bulmaya devam edeceksiniz... 

Sevgiyle, ışıkla...

Rehber Kitaplar.

14 Mayıs 2015 Perşembe

Işıkla Yaşamak (Shakti Gawain)

"...Kül rengi ve bozulan bir şehir görüyorum. Tam anlamıyla dağılıyor, eski yapılar parçalanıp moloza dönüşüyor. Ama şehir bir kenara konuyor çünkü onun yerine güzel, yeni bir şehir yükseliyor. Bu yeni şehir büyülü, sanki evrenin her rengiyle hafif hafif ışıldıyor. Onun içimizde inşa edildiğini biliyorum. Işıktan yaratılıyor."

Daha önce Yaratıcı İmgeleme kitabını paylaştığım Shakti Gawain, entelektüel, iyi eğitim görmüş ve dini inancı olmayan bir aileden yetişmiş. Bu türden ya da en azından dinsel inançlarında esnek olan ve sevgiyi öne çıkaran bir aileden yetişmiş olmanın en büyük artısı daha küçük yaşlarda cennet ve cehennem, günah vb. katı dogmatik inançların zihnimize ekilmemesi. Bu esneklik, değişim ve gelişim sürecine daha büyük bir cesaretle atılabilmemizi sağladığı gibi eskileri bırakayım derken yeni dogmalara saplanıp kalma olasılığını da ortadan kaldırıyor. Shakti Gawain ergenlik döneminde geçirdiği bunalım sonrasında hayatta o ana dek önem verdiği şeylerin ne kadar boş olduğunu görüyor. Kitabı okurken seyrettiğim bir film aklıma geldi. Filmde bir karakter, hayatın boşluğundan bahseden diğer karaktere “boşluğu herkes görebilir ama ümitsizliği görmek cesaret ister” diyordu. Oysa ümitsizlik safsatadan ibarettir; boşluğu görmek ya da dönüşüme zorlayıcı benzeri deneyimlerden geçmek, Gawain’in tarifiyle “ruhun karanlık gecesinden geçerek yepyeni maceraların şafağı tarafından karşılandığımız” olumlu bir süreçtir.

Birçoğumuz aynı arka plana sahip olabilir, benzer deneyimlerden geçiyor olabiliriz. İşte Gawain, bu sürecin daha kolay yaşanması için yılar boyunca edindiği bilgi ve deneyimden süzdüğü böyle bir kitap hazırlamış. Kitap geniş ve dönüşüm sürecinde önemli olan, geniş bir yelpazeye yayılan birçok temel konuyu kapsıyor. Yaratıcı kanal olmak, sezgisellik, dünyanın aynamız olması, erkek ve dişi yönlerimiz, insanın farklı özleri, reddettiğimiz özlerimiz ve karanlık tarafımızla bütünleşme, olmak ve yapmak dengesi, yaşam ve ölüm… Her bölümün sonunda konuya ilişkin bir meditasyon uygulaması da yer alıyor

Kitapta bu bilgiler verilirken nasıl kullanacağımız da anlatılıyor. Kitapta, olması gerektiği gibi yaşam kutsanıyor, tüm bu konular dolu dolu bir yaşam için okuyucuyla paylaşılıyor. Buna ilişkin olarak, ‘Yaşam ve Ölüm’ bölümünün girişini paylaşmak isterim: “Yaşam, içimizdeki enerjinin akışına uymayı seçmektir. Ölüm ise bu yaşam enerjisini tıkamayı ya da onun tersine gitmeyi seçmektir. Yaşamın her anında bu yaşam-ölüm seçeneğiyle yüz yüze geliriz.” İşte, ölümden sonrasını merak ediyorduysanız, belki de şu an yaşamıyorsunuzdur. Eğer durum buysa pek de bir şey olmuyormuş değil mi? J

Kitabın derli toplu, mantıklı, tutarlı ve bütünsel bir anlatımı var. Diğer yandan Gawain’in, şefkatli ve huzurlu enerjisi de hissediliyor. Bu bakımdan kendi erkek ve dişi enerjilerinin dengeli bir ürünü olmuş diyebilirim. Yolun başında olanlar kadar, inişli çıkışlı maceralarında kafasının biraz karıştığını düşünen sevgili dostlarımıza da tavsiye edebileceğim, toparlayıcı bir kitap.   

1 Mayıs 2015 Cuma

Reiki (Brigitte Müller & Horst Günther)

Evrensel enerji, özünde bir ve onunla bağlantıda olmak şu ya da bu yolun tekelinde değil kuşkusuz… Hatta kimisi bu yetenekle doğuyor. Ellerden şifa aktarımına gelince Anadolu’da bu kavrama hiç de yabancı değiliz. İşte ülkemizde enerji çalışmalarının en yaygını ve en popüleri de Reiki. O derece popüler ki, durum biraz da tüm kağıt mendillerin Selpak diye anılmasına benzedi J. Sadeliği, pratikliği ve güzelliği Reiki'nin böylesine yaygın olmasını açıklayan etmenlerden olsa gerek.

Reiki’ye uyumlanarak, bir kanal haline gelir ve iyileştirici enerjiyi ellerinizden aktarmaya başlarsınız. Reiki derecelerinde ilerlerken şifacılık araç setiniz de giderek genişler, düzenli uygulamalar yaparak o belirli titreşimdeki enerjiden aktardığınız miktarın arttığını da görürsünüz. Reiki ile aktarılan enerjinin ‘lâtif’ bir enerji olduğunu söyleyebilirim; onu alan kişilere güzel bir his verir. Kendi deneyimlerime göre Reiki aktardığım kişiler, enerjiyi akım, basınç, itme-çekme ya da sıcaklık olarak hissettiler. Bazılarıysa hiç bir şey hissetmedi. Ama sonuç hep aynı oldu: Gevşeme, rahatlama, huzur, hafifleme, iyileşme…

Kuşkusuz Reiki okuyarak öğrenilen bir sanat değil. Her şeyden önce uyumlama (inisiasyon) gerektiriyor ve uygulamayla pekişiyor. Bazı kitaplarda ikinci ve üçüncü derece uyumlamalarda verilen semboller açıklanıyor ama bunun da uyumlama olmaksızın bir etkisi yok… Ama yine de Reiki hakkında bir kitap okumak isterseniz, öğrenmek isteyebileceğiniz hemen her şeyi içeren bu kitap iyi bir tercih olacaktır. Reiki’nin ortaya çıkışı ve yaygınlaşması, uygulamaya ilişkin bilgiler, fotoğraflarla standart el pozisyonları, çeşitli hastalıklar için özel pozisyonlar, Reiki’nin insanlar, hayvanlar (16 yaşlarında bir kısrak olan Godiva’nın Reiki’den aldığı keyfe dikkat J) ya da durumlara uygulanışı, yaşanmış Reiki deneyimleri…

Kitabın önemli bir mesajı da sezgilere bağlı olarak Reiki aktarabilmek ve bunu yaparken şekil şartlarına gereğinden çok takılmadan esnek olabilmek. Giderek, (örneğin bildiğiniz diğer bazı tekniklerle harmanlamak gibi) kendi buluşlarınızı yapmanız yönünde de ilham veriyor.

Bu kitabın dışında, Reiki’nin daha geniş yelpazedeki spiritüel öğretilerle birlikte sunulduğu, Walter Lübeck’in Reiki-Kalbin Yolu kitabını da incelemek isteyebilirsiniz. Reiki’ye ilgi duyuyorsanız, ya da yeni uyumlandıysanız bu kitaplar fazlasıyla yeterli olacaktır. İkinci derece ve sonrası için ise Diane Stein’in ileri düzey bilgiler içeren Bir Şifa Sanatı Kılavuzu-Reiki Esasları kitabını önerebilirim.

Son bir not olarak, her durumda gerçek şifacının şifayı alan kişi olduğunu söylemek isterim. Bir adım daha atıp, varlığın birliği penceresinden bakarsak, konu daha da ilginç bir hal alır. Son olarak, şifa ile tekâmül süreçlerini özdeş gördüğümü de eklemek isterim. Yola girin, bakalım siz nasıl bir süreçten geçeceksiniz...

27 Mart 2015 Cuma

Zen Kılavuzu (Katsuki Sekida)

Saf ve sakin bir ışıkla yıkanmış mutlak sessizliğin ve dinginliğin hüküm sürdüğü bir haldir Samadhi. Fakat boşluk ve hiçliğe benzemez. Dağların kalbindeyken yaşadığımız görkemli sessizlik ve dinginliği andıran keskin bir uyanıklık vardır onda...

Soyut düşüncenin yurdu olan Hindistan’da doğan Budizm, Çin’de Tao ile karşılaşır, gündelik yaşamın pratikliğini aldıktan sonra yolculuğuna devam eder ve Japonya’da sadeliğe de kavuşarak Zen’e dönüşür. Derin bir öğretisi olmakla birlikte gündelik hayatın içinde olunarak yürünen bir yoldur Zen. Gizemcilikle gerçekçilik kol koladır. Ruhsallığın, gündelik ve basit uğraşıların içinde bulunmasıdır. Bilinçli düşünme eyleminin algımızda yarattığı kirliliğin temizlenmesiyle içimize, gerçek doğamıza yolculuk ederken, dünyanın ‘kendi öylesiliğiyle’ görülmesidir.

Zen öğretisi genellikle ustadan öğrencisine, kısa hikâyeler ve çözülmesi beklenen ‘koan’lar yoluyla aktarılır. Bunlar çoğunlukla alışılageldik zihin kalıplarını çökertmek için kurgulanmıştır ve aslında öyle pek fazla lafa da yer yoktur Zen’de. Esas olan uygulamadır. Temel uygulama ise ‘zazen’ dir (oturarak yapılan meditasyon). Zazen ile ‘samadhi’ye ulaşılması amaçlanır. Samadhi, kitapta aktarıldığı şekliyle “saf ve sakin bir ışıkla yıkanmış mutlak sessizliğin ve dinginliğin hüküm sürdüğü” bir haldir. “Fakat boşluk ve hiçliğe benzemez. Dağların kalbindeyken yaşadığımız görkemli sessizlik ve dinginliği andıran keskin bir uyanıklık vardır onda. ”

Şimdi ve burada olmayı gerektiren Zen yolu, kılıçtan okçuluğa, bahçe düzenlemeden çay törenine, haiku’dan resme birçok sanatla ilişkilendirilmiş ve tüm bu sanatlar zazen’in uzantıları olarak görülmüştür. Dikkat ederseniz, tüm bu sanatlar mutlak bir mevcudiyeti getirir, içsel gevezeliği susturur, sezgiselliğe kapı aralar… Bu sanatlar bir yandan yola girmek isteyenler için bir giriş kapısıyken, diğer yandan yolda ilerleyenlerin keşiflerini yansıttıkları mecralar olmuştur.


Gündelik hayatla bu denli iç içe ve uygulamaya dönük olan Zen hakkında kitap okuyor olmak bir parça ironik. Yine de özet bilgi edinmek için Zen Kılavuzu çok uygun bir kitap. Zen Kılavuzu, Katsuki Sekida’nın “Zen Training” kitabının tam da bu amaçla seçilmiş kısımlarından oluşan bir derleme. Kitapta zazen, koan, satori, zen eğitiminin (tekâmülün) aşamalarını simgeleyen ‘Kayıp Öküzün Peşinde’ hikâyesi ve benzeri temel konular sade bir şekilde sunuluyor. Zen’den bahsedip İlhan Güngören’i anmamak olmaz elbette. Katsuki Sekida’nın kılavuz niteliğindeki sade kitabının yanı sıra, Zen üzerine daha ‘akademik’ bir kitap okumak isterseniz İlhan Güngören’in  “Zen Budizm – Bir Yaşama Sanatı” kitabını tercih edebilirsiniz. İlhan Güngören, Tao ve Zen ile aktif olarak ilgilenmiş, bu kitabı 1977 yılında yazdıktan sonra Yol Yayınlarını kurup bu alanda kitaplar yayınlamaya devam etmiştir. Bir diğer seçenek de Butik Yayıncılık tarafından yayınlanan, Osho’nun Zen üzerine bazı sohbetlerinin uygun fotoğraflar ve özgün grafik düzenlemeyle bir araya getirildiği “Zen – Tarihi, Öğretileri ve İnsanlık Üzerindeki Etkisi” kitabı olabilir.

22 Şubat 2015 Pazar

Halvette 40 Gün (Michela Mihriban Özelsel)

Spiritüel yolda ilerlerken bazı saplantı nevrozlarına kapılan Michaela Mihriban Özelsel, ailesine haber vermeden, şeyhinin gözetiminde 1990 yılında Üsküdar’da bir apartman dairesinde halvete girer. Kendisine verilen zikirler, ibadet ve okumalarla içine döndüğü bu süreçte nevrozlarının çözülmesinin yanında çok farklı deneyimler de yaşar. 

Özelsel, kitabın ilk yarısında halvette gün gün yaşadığı tüm deneyimleri Mevlana ve İbn-i Arabi’nin eserlerine atıflar eşliğinde aktarıyor:
“….bu sırada göz yaşlarım diniyor. Allah ya Hayy ya Kayyum zikrinde çok güçlü düşündevinimsel (ideomotor) hareketler oluşuyor. Başımı hızla iki yana sallamaya başlıyorum. Bu sırada, özel bir şey yapmadığım halde, üstüme çok derin bir sükûnet ve huzur çöküyor.  Ve renkler… Gözlerimin önünde beliriyor ve kayboluyorlar… Bana duygusuz bakan kalın ve uzun kirpikli bir göz ortaya çıkıyor. Sufi anlayışına göre insan Allah’ın kendini seyrettiği göz bebeğidir. Karşımdaki göze bakıyorum; bana bakan bu göz kimin?...”


 Kitabın diğer yarısında ise halvet deneyimlerini daha akademik bir yaklaşımla ele alıyor. Bunu yaparken tasavvuf literatüründen olduğu kadar diğer geleneklerden ve psikoloji ve tıp alanından da bilgileri çok güzel harmanlayarak bütünleştirici ve doyurucu bir analiz yapıyor. Kitabın sonunda halvete girmiş diğer insanların deneyimlerine de ayrıca yer veriliyor.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Tibet'in Gençlik Pınarı (Peter Kelder)


Kitabın yazarı Peter Kelder, emekli bir subay olan ‘Albay Bradford’ ile parkta tanışır, zaman zaman da buluşup sohbet etmeye devam eder. Kırlaşmış saçları, çökmüş omuzları ve bastonuyla oldukça yaşlı görünen Albay, Himalayalar’daki bir görevi sırasında, Tibet’te sır gibi saklanan bir gençlik pınarından bahsedildiğini duyduğundan ve şimdi onu bulmak niyetinde olduğundan söz eder. Tibet’e bu gençlik pınarını bulmak için giden albay yıllar sonra geri döndüğünde ise yazar, karşısındaki genç adamı tanıyamayacaktır.


Tibet’in Gençlik Pınarı, vücuttaki enerji girdaplarını (çakraları) normal hızına kavuşturarak sağlık ve gençlik getiren bir dizi egzersizden oluşuyor. Tekrar sayıları üçten başlayarak alıştıkça 21’e ulaşan ve çakralar üzerinde etkili bu egzersizler (Tibet’li rahiplerin deyimiyle ayinler) fotoğraflarıyla açıklamalı olarak aktarılıyor. Çevremde bu egzersizleri yapanlar, genel enerji düzeyinizi artıracak diğer çalışmalarda olduğu gibi kolay kola hasta olmamak gibi çeşitli faydalarını hızlı bir şekilde görüyorlar. Denemenizde fayda var.