"Uygun mu?" diye sordu biri. "Ne uygun ne de değil," diye karşılık verdim. "Yalnızca olduğu gibi."
‘Cesur Yeni Dünya’ kitabından
tanıyor olabileceğiniz Aldous Huxley, ruhsal konulara da ilgi duymuş,
Upanişadlarla haşır neşir olmuş ve meditasyon gibi çeşitli uygulamalar da yapmış. Tüm
geleneklerin mistik temsilcilerinde ortak bir felsefenin izini süren Kadim
Felsefe kitabını da 1945 yılında kaleme alan Huxley, 1950’lerde şaman
pratiklerinde kullanılan bir kaktüsün etken maddesi üzerine yürütülen psikiyatrik
araştırmalardan haberdar olunca, denek olmak istemiş. ‘Zihninin bilincini
kısıtladığına inanan ve gerçeği arayan biri olarak bu deneyle daha yüksek bir
farkındalık düzeyine erişip ruhsal aydınlanmaya yakınlaşmak umuduyla’ yapmış
bunu.
Sonuçta deney Huxley’nin evinde
gerçekleşmiş. Deney sırasında araştırmacı, sorular sorarak Huxley’i
yönlendirmiş. Müzik dinlenmiş, bahçede gezintiye çıkılmış, yemek yenmiş… İşte
Algının Kapıları, Huxley’nin yaklaşık 8 saat süren bu deneyde yaşadıklarını,
hissettiklerini ve düşündüklerini çok güzel bir şekilde aktardığı küçük bir
kitap. Huxley olağandışı bilinç hali deneyimini klasik tablolara, ressamlara,
mistiklere, filozoflara, kendisine dinletilen müzik eserlerine, bestecilere… vs
atıfta bulunarak zengin bir şekilde aktarıyor.
Huxley daha sonraları birkaç defa
daha deneye katılmış ancak bilimsel toplantılar haricinde bununla ilgili
konuşmamış. Yalnızca ilk deneyi birlikte yaptıkları ekibin başına yazdığı bir
mektupta, sonraki deneylerden çıkardığı
sonucu aktarır: “Sevginin birincil ve temel evrensel gerçek olduğuna dair içten
gelen, dolaysız ve bütünsel bir farkındalığı deneyimledim. Ben bu gerçektim; ya
da şöyle demek daha doğru olur belki, bu gerçek varlığımı kaplamıştı. İlk
deneyde dikkatimi tümüyle kendine çeken şeylerin aslında ayartıcı şeyler
olduğunu seziyordum – merkezdeki gerçekliği bırakıp, güzelliğin ve sığ bilginin
yanlış ya da en azından eksik ve kısmi Nirvanalarına kaçmak için ayartıcı
şeyler”.
Huxley’nin kitapta aktardığı
kuramlardan birine göre, her birimiz ‘Özgür Zihin’i içimizde taşıyoruz. Fakat
hayvansal niteliklerimiz nedeniyle her durumda yaşantımızı sürdürmek
zorundayız. Bunun için de Özgür Zihnin kapsamının beyin ve sinir sisteminin
kısıtlayıcı kapısından süzülmesi –indirgenmesi- gerekiyor. Bu kapıdan geçip
bize ulaşabilenler, bilincin ancak gezegenimiz üzerinde yaşabilmemiz için
gereken değersiz bir sızıntısından ibarettir. Çoğunluk, bu indirgenmiş bilincin
tek bilinç düzeyi olduğuna inanmış durumda olsa da bazı kişiler kısıtlayıcı
kapıyı aralayacak niteliklere doğuştan sahip olabilirler. Benzer nitelikler
başkalarında da -geçici olarak- ya kendiliklerinden ya da kişinin kendi
isteğiyle uyguladığı spiritüel eğitim, hipnoz ve türlü maddeler yoluyla
kazanılır. Diğer yandan sürekli ya da geçici bu nitelikler Özgür Zihin’in
kapsamını dışarıda bırakan kısıtlayıcı kapıyı aralasalar da tamamen ortadan
kaldıramazlar. Yine de kısıtlanmış kişisel zihinlerimizin gerçeklik olarak
benimsediği biyolojik yaşamımızca yararlı unsurları bir ölçüde aşmamıza
yardımcı olurlar. Özgür Zihnin kapsamına bir ölçüde ulaşabildiğimiz bu anlar olağanüstü
deneyimler yaşatacaktır.
Stanislav Grof’un ‘İmkânsız
Gerçekleştiğinde’ kitaplarında 1950’lerdeki bu sanrılandırıcı tedavi dönemini ve
deneylerini okuyabilirsiniz. Grof’un diğer geleneklerden derleyerek
geliştirdiği Holotropik Nefes Çalışması, benzer deneyimlerin sadece nefesle
yaşanabilmesini sağlar. Bunların yanında hipnoz, meditasyon, EMDR gibi yollar
da mevcuttur. Deneyimlerimden hareketle, tüm bu yollara da ihtiyaç
duyulmayabileceğini, bazen sadece izin vermenin yeterli olabileceğini belirtmek
isterim. Araç değil, amaç önemlidir. Özgür Zihnin kapsamına bir ölçüde
ulaşabildiğimiz anlar olağanüstü deneyimlerle dolu olabilir, fakat amaç bu da
değildir. Huxley’e bir daha kulak verirsek: “İlk deneyde dikkatimi tümüyle
kendine çeken şeylerin aslında ayartıcı şeyler olduğunu seziyordum – merkezdeki
gerçekliği bırakıp, güzelliğin ve sığ bilginin yanlış ya da en azından eksik ve
kısmi Nirvanalarına kaçmak için ayartıcı şeyler”.
Kitap, adını William Blake’in
‘Cennet ve Cehennemin Evliliği’ eserindeki “algı kapıları temizlenseydi her şey
insana olduğu gibi görünürdü, sonsuz.” sözünden alıyor. Ve belki ‘temizlenecek’
bir şey de yok!