
Tıp dünyasında
bir zamanlar mesafeli durulan konulara daha yakından bakılmaya ve araştırmalar
yapılmaya başlandı. Örneğin Plasebo (ve tersi, Nosebo) etkisi, öteden beri
bilinen ve etkileri yaygın bir şekilde araştırılmakta olan bir fenomen. Araştırmalara
göre Plasebo etkisinin ortaya çıkmasında plasebonun verilme anındaki tüm
unsurlar rol oynuyor. Mesela etken madde içermeyen bu boş ilaçların, hemşire
değil de özellikle beyaz önlüklü bir doktor tarafından verilmesi olumlu etkiyi
iki-üç kat artırıyor. Hatta ilaç verilmese bile doktorun varlığı ve gösterdiği
ilgi dahi yeterli olabiliyor. Ayrıca plasebonun verilmesi sırasında yapılan
açıklamalar da önemli. Örneğin “bir-iki güne iyileşirsiniz” (kesin, olumlu)
ifadesi, “sizde bir rahatsızlık bulamadım” (şüpheli, olumsuz) ifadesinden çok
daha iyi geliyor. Dekor
da önemli: Uygulamanın tıbbi cihazlardan, sağlık personelinden, röntgen
filmlerinden ve reçetelerden oluşan bir dekorun bulunduğu hastane ortamında yapılması
etkiyi artırıyor. Plasebo araştırmaları alınan boş ilaçların niteliğinin de
önemli olduğunu ortaya koyuyor: Enjeksiyonlar haplardan, acı haplar tatlı
olanlardan, marka ilaçlar daha az tanınanlardan, çok küçük ya da çok büyük
haplar ortalama boy haplardan daha etkili. Hatta ameliyatla iyileştiği yaygın
şekilde bilinen bazı durumlarda sahte ameliyatlar, gerçeği gibi etki
gösteriyor!
Tıbbi
antropologlar, plasebo olsun olmasın,
tedavinin bizlerin doktora, tıbba, ameliyata, ilaca, enjeksiyona, ilacın
niteliğine… vs yüklediğimiz anlam sayesinde etkili olduğu görüşünde. Tekrar
edelim, antropologlar boş ilaç ya da gerçek ilaç fark etmeksizin, iyileştirici etkinin
bizim dışsal bir etmene yüklediğimiz anlamla ortaya çıktığını düşünüyor. Aslında
insan içinde sonsuz bir şifa potansiyeli barındırıyor. Zihnin ikna olması için gereken
ortam ve araçlar sağlandığında bu mekanizma harekete geçiyor. İşte size
bilinçte ya da bilinçdışında oluşan zihinsel kalıpların sağlığımız ve aslında
genel olarak hayatımız üzerindeki etkisini ortaya koyan bir başka örnek.
Kendisine kanser
teşhisi konan Louise Hay, hastalığı yendiği gibi diğerlerine yardımcı olacak
kitaplar yazdı, Hay House’u kurarak bu alandaki çalışmalarına devam etti. 1984
yılında yazılan ve sanıyorum 2000 yılında Türkçe yayınlanan Düşünce Gücüyle
Tedavi kitabı da, zihinsel plandaki çalışmalar alanında yeni olmasa da en bilinen
ve tutulan kitaplardan. Louise Hay kitapta hayatımızda etkili olan olumsuz
zihin kalıplarının nasıl farkına varılabileceğini ve olumlularla nasıl
değiştirilebileceğini anlatıyor. Kitapta olumsuz kalıplar ve bu kalıpları
çözecek olumlamalar aktarılmakla kalmıyor, altta yatan kök nedenler de
açıklanıyor ki benim de deneyimlerimde birebir rastladığım nedensellik
ilişkileri kitapta var… Louise Hay bu kitabında aynı zamanda olumsuz kalıplarla
hastalıkları tablolar halinde eşleştirip şifa getirici olumlamaları bu şekilde
de aktarıyor. Konu elbette hastalıklarla sınırlı değil. İş, başarı,
bolluk-bereket gibi başlıklar altında konuyu daha geniş çapta da ele alıyor
Louise Hay.
Edinilmesi ve okunması gereken temel bir kitap. Yine de çok önemli bir noktayı eklemeden geçemeyeceğim. Zihinsel
plandaki çalışmalar çok önemli olmakla birlikte tek başına yeterli olmayabiliyor.
Düşünce kalıplarını değiştirmek ve olumlamalar çok önemli olmakla birlikte, hislerin
de çalışma yapılan yönde olması gerekli. Bakın araştırmalar, kalpten yayılan
elektrik dalgalarının beyinden yayılan elektrik dalgalarına nazaran çok daha güçlü
olduğunu ortaya koyuyor. Aynı şekilde kalbin manyetik alanı, beynin manyetik
alanından çok daha güçlüymüş. Yani mesele kalpte bitiyor. Olumlamalarımızı
yaparken, kalbimizde korku, endişe veya şüphe varsa o zaman kalbimizdekilerin
gerçekleşeceğinden emin olabiliriz. Olumsuz zihinsel kalıplar esenlik dolu bir
kalbi bunaltabilir, bu yüzden zihinsel plandaki çalışmanın önemini asla
yadsımıyorum. Ama bu ikisinin arasındaki tamamlayıcılığa, hatta kalbin biraz da
önde geliyor olmasına dikkat çekmek istiyorum.
Olumlamaları
dua gibi düşünebiliriz. Ve en güçlü dua şükretmektir. Olumlamada tarif ettiğimiz
durumda olsaydık eğer, nasıl hissedecektik? O hissi uyandırmak ve güçlendirmek
kuruya kuruya sözel tekrardan çok daha etkili olacaktır. Bilinçdışının çalışma
prensiplerine göre, eğer bir şeyi istersek, isteme durumunda kalacağımızı artık
biliyor olmalıyız. Bir şey istemek onun bizde olmadığını ifade etmektir. Gündelik
olağan bilinç durumunda zamanı lineer algılıyoruz ancak bilinçdışında tüm anlar
“şimdi”de varolur. İstediğiniz şey her ne ise ona sahip olduğunuz an da tüm bu
anların içindedir. Kısaca, zaten öylesiniz, o halde şükredin… Ve öyle de
hissedin!
Bilinçdışına
giden diğer yolları devreye almanın pekiştirici olması da değinmek istediğim
bir diğer önemli nokta. Olumlamada tarif edilen duruma ilişkin, görme, işitme, dokunma,
koklama, tatma hatta uygunsa hareket gibi duyuları harekete geçirecek
imgelemeler de etkiyi pekiştirebilecektir. Nereye vardığımız az çok belli oldu
değil mi? İşte size çekim yasası.
İstediğiniz
nedir? Şu altın rengindeki kumsallara sahip adalardan birinde tatil yapmak mı
mesela? Kendinizi sahilde hayal edin. Denizin tam kenarında, ayaktasınız. Ayaklarınız
kuma hafifçe gömülmüş. Kumun güzel hissini tabanlarınızda hissedin. Denizi
görün, Deniz ne renk? Kumsaldasınız, ayak parmaklarınızı kumun içinde hafifçe
oynatıyorsunuz. Denizden gelen hafif esintiyi burun deliklerinizden içeri
çekin. Bakın, güneşin o parlak ışınlarının denizde nasıl oynaştığını görün. Kıyıya
hafifçe vuran, ayak parmaklarınıza denizin köpüğünü taşıyan dalgaların sesini, tatlı
esintinin ağaçlardaki hışırtısını duyun. Ve işte oradasınız. Orada tatilde
olmak sizi nasıl hissettiriyor? O tatmini, o mutluluğu, o coşkuyu hissedin.
İçinizdeki bu duyguları, tatmini, mutluluğu, coşkuyu yükseltin, artırın,
artırın… Harika… Ve şükredin…Şükredin…Ve bırakın olsun…Ve oldu…
Bundan sonra
tüm yapacağınız önünüze gelen fırsatları kaçırmamak olacak.